Polis Marifetiyle “Kültürel Hegemonya”

Bu yazı kısmen kişisel bir yazı. Osman Kavala benim işverenim, bazı işlerde bizlerle beraber bizzat çalıştığı için de iş arkadaşım. Başına gelenleri beklemiyordum. Bilmiyorum belki de her şeyin bir ölçüde normal olduğuna, yöneticilerde bir nebze de olsa akıl, fikir ve izan kaldığına inanmak istediğim için. Başka türlü hayat devam etmediği için. Tam da böyle olduğundan Anadolu Kültür’den bir iş arkadaşım Yekvücut sitesinde çıkan ve Osman Kavala’yı hedef alan haberin linkini gönderdiğinde “ya bir bıkmadılar” diye cevap vermiş ve durumu hiç önemsememiştim. Kavala’yı hedef gösteren haberler yıllardır çeşitli vesilelerle yapılıyordu. Oysa bu sefer durumun farklı olduğunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın Boğaziçi Küresel’in projesi olan bir sitede hedef gösterilmesinin, birtakım savcıları vazifeye çağırmak anlamına geldiğini tahmin etmeliydim. Dedim ya insan bir nebze de rasyonellik ve hukuk kaldığına inanmak istiyor.

Osman Kavala’nın 18 Ekim akşamı gözaltına alınmasından sonra tutuklanmayacağına dair beklentim de normale ve hukuka duyduğum bu özlem ile alakalıydı. Sanırım benzer bir duyguyu kendisi de paylaşıyordu: Anadolu Kültür Yönetim Kurulu üyelerinden Necdet İpekyüz gözaltına alınınca “Ya sizi de alırlarsa?” diye sorduğumuzda, “Neye dayanarak alacaklar ki?” demişti. Evet o da ülkede bir nebze de olsa hukukun ve aklın hüküm sürdüğüne inanmak istiyordu. Şimdi iddianamede yer alan akıl ve izan dışı dayanakları tahayyül dahi edemezdi. O kadar beklemiyordu ki, uçakta adı anons edilince “galiba nüfus cüzdanımı düşürdüm” diye ceplerini kontrol etmişti.

Oysa beklemeliydik. Çünkü Osman Kavala’nın gözaltına alınması ve tutuklanması, Türkiye’de son yıllarda iktidar eliyle sürdürülen siyasal ve kültürel kırımın çok önemli bir parçası. İktidar, 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek siyaset, basın, akademi, insan hakları, sivil toplum ve kültür sanat alanlarını baskı altına alıp, buralardaki muhalif sesleri susturmaya çalışıyor. Klasik bir otoriteryan taktik, yönetemediğini sindir.

Darbe girişiminin ardından ilan edilen ve bugüne kadar beş kez uzatılan olağanüstü hal, hükümetin bu sindirme politikasına bulunmaz bir fırsat sundu. Dokunulmazlığı kaldırılan vekillerin ve muhalif gazetecilerin hapse atılması; HDP’li belediyelere kayyım atanarak buralarda dil, kültür, sanat, kadın ve çocuk hakları alanında elde edilen kazanımların akamete uğratılması; Barış İçin Akademisyenlerin soruşturmaya tabi tutulup bir kısmının KHK’lar ile ihracı; Büyükada soruşturması ile insan hakları alanında çalışanların baskı altına alınması; yüzlerce yayın organı, vakıf ve derneğin kapatılması; kültür sanat kurumlarında sansür ve oto-sansürün yaygınlaşması artık sıradan gündelik vakalar haline geldi. Ülkede hukuk varmış ve hak talep edilebilirmiş gibi davranan herkes ama herkes tehdit altında. Rejim bu ülkenin artık otoriter bir rejim olduğunu kabul etmemizi ve köşemize çekilerek oturmamızı istiyor. Osman Kavala etmedi. Ülkede mevcut hukuk içerisinde hak aramaya devam etti, “tehlikeli” konularda diyalog için kültür sanat vasıtasıyla alan açmaya çalıştı. Bizler de kıskaç daralırken, sıranın sözünü bu alanlarda söyleyen ve her kesimle iletişim kanallarını açık tutmaya gayret eden birine dahi gelebildiğini gördük.

Osman Kavala, iktidarın susturmaya çalıştığı siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlerle gösterdiği dayanışmayla; insan hakları ve sosyal haklar alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarına verdiği destekle; kültür ve sanatın üretimini ve paylaşımını çoğaltmak, kültürel çeşitliliği ve kültürel hakları vurgulamak, yerel inisiyatifleri desteklemek, bölgeler ve uluslar arası işbirliklerini güçlendirmek hedefiyle kurduğu Anadolu Kültür aracılığıyla yürüttüğü çalışmalarla; Ermenistan’la diyalog kuran ve Kürt dili ve kültürüne alan açan projelere önayak olmasıyla epeydir bir hedefti zaten.[1]Osman Kavala’nın 80’lerden itibaren yaptıklarının bir özeti için bkz.: anadolukultur.org/35-duyurular/198-anadolu-kulturun-kurucusu-osman-kavala-kimdir Hedefti çünkü onun yaptıkları, bütün bunların hâlâ yapılabileceğini gösteriyordu. Bu ülkede hâlâ hukuk olabileceğine dair bir inancı simgeliyordu o. Tam da bu nedenle onun gözaltına alınıp tutuklanması, bütün bu sivil ve demokratik faaliyetlerin ve bunların içinde yer alan kişi ve kurumların kriminalize edilmesi anlamına geliyor. İktidar, onu tutuklayarak, hak arayan herkese ama özellikle sivil toplum ve kültür sanat alanında çalışanlara gözdağı vermek istiyor.

Osman Kavala’nın bir hedef haline getirilmiş olmasını bütün bunların yanı sıra kültürel alandaki yoğun faaliyetleriyle de ilişkilendirmek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çeşitli mecralarda eğitim ve kültür alanındaki eksiklere dikkat çekip “yerli ve milli” kültür inşası vurgusu yapması ve politik ve ekonomik iktidardan sonra kültürel iktidarı ele geçirme hedefini ortaya koyması, baskının bu alanlara daha da yayılacağının işaretiydi bir zamandır. Kültürel hegemonya mücadelesini nitelikli eser üreterek yürütemeyenlerin bunu yapanları engelleme yoluna gideceğini tahmin ediyorduk. Ama sonra durup o kadar da değil diyorduk. Vasatı hâkim kılarak bir hegemonya kurmaya çalışmak için propaganda dizilerinin yetmediğini, mevcut kültür sanat aktörlerinin hedef haline getirileceğini öngörmeliydik. Nitekim Osman Kavala bu ülkede kültür ve sanatın da en önemli destekçilerinden oldu hep. Vasat olanın değil, iyi olanın yanında oldu.

Gezi öncesinden başlayarak giderek artan ve barış sürecinin sona ermesi, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL’le katlanan baskılardan kültür sanat ortamı da payına düşeni aldı. Kültür Bakanlığı önce Gezi’de öne çıkan yapımcı ve yönetmenlere daha sonra da Barış İçin Sinemacılar metnini imzalayanlara destek fonu vermedi; eser işletme belgesini festivallerde gösterilen Türk filmlerine de uygulayarak “bürokratik bir gerekliliği” bir tür sansür mekanizması olarak kullandı. Barış sürecinin bitmesiyle devletin savaş politikalarını eleştiren işler gösterilemez oldu ve örneğin Aksanat’taki “Barış Sonrası” sergisi iptal edildi. İstanbul Belediyesi “dinî hassasiyetleri” gerekçe göstererek The Marmara Pera’nın çatısında yer alan YAMA ekranındaki video animasyonu engelledi. 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL ile beraber baskılara yeni bir boyut eklendi ve muhalif kesimler “darbe/FETÖ destekçisi” olmakla suçlanarak hedef gösterildi; Çanakkale Bienali küratörü Beral Madra’nın bu şekilde hedef gösterilmesi sonucu ekip Bienali iptal etti. Bir süredir özelleştirme tehdidi altında olan Şehir Tiyatroları’nda muhalif bazı sanatçılar atıldı. Kimi fuar ve sergilerde eserlere doğrudan saldırılar oldu. Elbette en büyük baskı yine Kürtlere uygulandı. 103 HDP belediyesinin 83’ünün kayyıma devri ile barış sürecinde bile gözetim altında olan kültür sanat üretimi sekteye uğratıldı. Diyarbakır ve Batman şehir tiyatroları, Batman Yılmaz Güney Sineması, Amed Sanat Galerisi ve Cegerxwin Kültür Merkezi çalışanları işten atıldı ve kurumlar kapatıldı. Belediyelere kayyım atanması ile 2000’lerden itibaren Kürt dili ve kültürünü kurumsallaştırmaya dönük çalışmaların önüne geçildi. Belediyelerden bağımsız olarak faaliyet gösteren KürdiDer ve Mezopotamya Kültür Merkezi şubeleri ve Seyr-i Mesel Tiyatrosu kapatıldı.[2]OHAL’de Sanatsal İfade Özgürlüğü ile ilgili detaylı bilgiyi bu rapordan edinebilirsiniz. Rapor dili İngilizce’dir: artseverywhere.ca/2017/08/28/artistic-freedom-turkey, 28 … Continue reading

Bütün bunlar tekil olaylar değil elbette. Kültür ve sanat, rejimin karakterini açığa çıkartan belki de en önemli alan.

Devletin doğrudan bir sanatsal üretimi yasaklaması OHAL’den önce ifade özgürlüğü alanında karşılaştığımız sansür formlarından sadece biriydi ve en çok başvurulan yöntem de değildi. Daha çok bireylere ve sanat kurumlarına yönelik sözlü ve yazılı tehditler sessizleştirme aracı olarak kullanılıyordu. OHAL ile beraber yasal yöntemler daha çok kullanılır oldu. Ülkedeki baskı ortamında kültür sanat kurumları ve aktörleri de farklı derecelerde oto-sansür uygulamaya başladı. Bu kadar gazeteci ve hak savunucusu hapisteyken, bu kadar dernek ve vakıf kapatılmışken, kültür kurumları da, özellikle arkalarındaki büyük sermayenin iktidarla ilişkilerini bozmama kaygısıyla baskılara karşı sessiz kaldı. Tek tek sanatçılar da barış üzerine söz söylemenin imkânsız hale geldiği ve Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarının neredeyse 4 bin rakamına ulaştığı bir ortamda her zamankinden daha fazla oto-sansür uygular oldu.

Böyle bir dönemde Osman Kavala’nın hedef gösterilip mesnetsiz iddialarla tutuklanması, hükümetin ve ona yakın çevrelerin kültürel iktidar mücadelesini gittikçe daha fazla polisler ve savcılar eliyle yürütmeye devam edeceğinin bir göstergesi. Tanıl Bora, epey zamandır kültür alanında kudret noksanından muzdarip iktidar mahfillerinin, bir eksikliği, yetersizliği veya gayretsizliği mesele etmekten ziyade zihinlerinde “beyaz Türkler”, Kemalistler ve solculardan oluşan özneyi hâlâ bir mağduriyet söylemiyle nasıl hedef aldığını anlatıyor. Bütün imkânlar ellerinde olduğu halde hasmını bile okumaya, bakmaya, düşünmeye sevk edecek “eser veya eserler” ortaya konamıyorsa yol budur tabii: polis marifetiyle “kültürel hegemonya”.[3]Tanıl Bora, “Kültürel Hegemonya”, Birikim Haftalık, 15 Şubat 2017, birikimdergisi.com/haftalik/8174/kulturel-hegemonya#.Wf9hYbbBLpB

Yıllarca ceberrut devlete isyan edip mağduriyet üzerinden siyaset yapan çevrelerin, bugün kendileriyle diyaloğa en açık olanlara reva gördüğü bu muamele ibretliktir. Osman Kavala’yı düşmanlaştırırken kullanılan dilde modernliğin getirdiği değer sistemi karşısında duyulan eziklik kadar, kültür, sanat ve entelektüel alana dair birikimi olan ve bununla anlamlı işler yapmaya çalışan bir simge isme karşı duyulan haset ve husumet ortadadır. Otoriter demek yetmez, bir tür cahiliye devrine dönüş projesinin aşamaları bütün bunlar. Osman Bey ve onun varlığı etrafımızı bir örümcek ağı gibi saran bu cahiliye ile baş etmek isteyen hepimize umut, cesaret ve enerji veriyordu. O yüzden bu davada somut bir delil yok. Çünkü Osman Bey’in suçu anayasal düzeni devirmek değil, bu ülkede hukukun üstünlüğünü tesis etmek isteyen bizlere umut, cesaret ve enerji vermek. İçeride ya da dışarıda vermeye de devam edecek…

Asena Günal



Referanslar

Referanslar
1Osman Kavala’nın 80’lerden itibaren yaptıklarının bir özeti için bkz.: anadolukultur.org/35-duyurular/198-anadolu-kulturun-kurucusu-osman-kavala-kimdir
2OHAL’de Sanatsal İfade Özgürlüğü ile ilgili detaylı bilgiyi bu rapordan edinebilirsiniz. Rapor dili İngilizce’dir: artseverywhere.ca/2017/08/28/artistic-freedom-turkey, 28 Ağustos 2017.
3Tanıl Bora, “Kültürel Hegemonya”, Birikim Haftalık, 15 Şubat 2017, birikimdergisi.com/haftalik/8174/kulturel-hegemonya#.Wf9hYbbBLpB
En son makaleler
Emina Bužinkić

Dayanışmanın Politik Manzaraları Tek Derdimiz Olsaydı

Bu makalede, iki sosyal deney örneği sunuluyor: biri kültür(ler) ve kamu altyapısı kavramlarını birbirine örerken, diğeri sosyo-ekonomik özgürleşme kavramlarını buluşturuyor.

Jelena Petrović

Bugün Özgürlük Ne Anlama Geliyor?

Gündelik hayatlarımızı tüm toplumsal düzeylerde baskı altına alan ve belirleyen neoliberal sistemleri değiştirmenin imkânsızlığı ve (günümüz özgürleştirici politikalarının bir yan ürünü olarak) hâkim toplumsal yapıların yeniden üretimi ile bu yapılara karşı direnişin paradoksal...

Ruben Arevshatyan

Kamusalı Reddetmek ve Geri Almak

Geçtiğimiz 5-6 yıl içinde eski Sovyet cumhuriyetlerinin başkentlerinde, Sovyet döneminde kamusal işlev gören kentsel yapı ve alanların korunmasını destekleyen sokak eylemleri dalgasının yükselişine tanıklık ettik.

Damir Arsenijević

‘Şakalar, Savaş ve Soykırım’ Çalışma Grubu: Anma biçimlerini özgürleştirmek

Bosna toplumu halen ölülerinin yerini tespit etmekle, kimliklerini belirlemekle, onları topraktan çıkartmakla ve yeniden gömmekle uğraşıyor. Savaş sonrası Bosna Hersek'te hala gizli toplu mezarlara gömülmüş yaklaşık 10.000 kadar kayıp kişi mevcut.

Begüm Özden Fırat, Fırat Genç

Müşterekler, Sınıfın Rekompozisyonu ve Strateji

Argüman ve önerilerimizi kuşatan temel sav ise şöyle ifade edilebilir: Günümüzün küresel siyasal topografyası, içlerinde yer aldıkları bağlamların özgül toplumsal ve siyasal koşullarından azade olmamakla beraber, küresel bir eşzamanlılığı paylaşan isyanlarla yeniden şekilleniyor.

Rasha Salti

Hâlâ Çarpan Kalbim Ol

Ardından gelen, yanıt vermesi mümkün olmayan cansız bir nesne ile girişilen olanaksız bir diyalog girişimiydi.

Alisa Lebow

Devrimi Filme Almak: Devrim’den bu yana Mısır’da sinemacılık üzerine çizgisel-olmayan bir veritabanı projesi

Bu interaktif arşiv, devrimin bir tarihçesini sunmaya girişmediği gibi Mısır'da 2011'den bu yana film yapımcılığı konusunda kapsamlı bir tarih yazımı oluşturmaya da çalışmıyor. Odak noktasını, belgesel ve bağımsız sinemacılığın yanı sıra, Mısır kültürü ve toplumunu, devrime ve devrimden sonraki olaylara doğru yol alırken temsil etmeye yönelik yaratıcı yaklaşımlar oluşturuyor.

Tamirin de Ötesinde – Küratörlüğün Irkçılık Karşıtı Eylembilimi

2014 yılında Bonn şehrindeki Federal Alman Cumhuriyeti Tarih Evi tarafından "göç ülkesi Almanya" fikri etrafında geliştirilen ve 2016'da Berlin'deki Alman Tarih Müzesi gösterime sunulan sergi için Hep Daha Renkli başlığı uygun görülmüştü.

Max Czollek, Corinne Kaszner, Leah Carola Czollek, Gudrun Perko

Radikal Çeşitlilik ve Dezentegrasyon: Sanatsal, Politik Bir Projenin Yapıtaşları

Entegrasyon kamusal tartışmalarda revaçta olan bir kavram; öyle ki merkeze yerleştirilmemiş olduğu herhangi bir parti programı yok gibi. Medyada göçmenlere ilişkin tek bir tartışma gerçekleşmiyor ki, ''Ötekiler''e dair sorunların adresi olarak bu kavramı göstermesin.

Kanak-Attak

No a la Integración, Yasallaşma Hakkı, Küreselleşme ve Irkçılık-Karşıtlığı

Irkçılık karşıtı bir girişim olan Kanak Attak bir yıl önce Berlin Volkbühne Tiyatrosu'nda faaliyetlerini ilk kez geniş bir kitleye tanıttı. ‘OpelPitbullAutoput' revüsü, paneller, filmler ve tiyatronun kulislerinde gerçekleştirdiğimiz sohbetlerin ana temasını göçmenlerin direnişi oluşturuyordu.

Das Netwerk kritische Migrations-und Grenzregimeforschung

Entegrasyon Değil Demokrasi İstiyoruz!

Göç ve Sınır Denetimi Araştırmaları Eleştirel Ağı isimli inisiyatifin bu zihniyete karşı açtığı kampanyayı 3800 civarında aydın imzaladı. Entegrasyon söylemine karşı getirilmiş en güçlü itirazlardan biri olduğunu düşündüğümüz için kampanya dahilinde kaleme alınan metni (2010) burada tekrar okuyuculara sunuyoruz.

Rastko Močnik, Jelena Vesić, Vladimir Jerić Vlidi

Rastko Močnik’le Söyleşi: Karşı Karşıya Gelme Pratiği Olmadan Teori Olmaz

Mülksüzleştirme karmaşık bir terim ve biz bu terimin salt belirli operasyon sahalarına özgü kullanımını kırmak ve yeni kullanımlar önermek istiyoruz. Siz bu terimin kullanılabileceği en önemli üç alanda, ekonomi politik, sosyoloji ve psikanaliz, derinlemesine analiz yapabilen nadir insanlardan birisiniz.

Massimo Perinelli

Çokların Toplumu’ndan Geri Dönüş Yok (Tunçay Kulaoğlu’nun giriş yazısıyla)

Göç diye bir şey yaşanıyor. Bunun geri dönüşü yok. Bunu kabullenmek, geleceğin demokratik ve kozmopolit toplumunda, hakların hakkını temel alan bir gelecek için mücadeleye girişmek anlamına geliyor.

Guillaume Paoli

Sıradanlıklar ve Tuhaflıklar

Çelişkili bir beyanla başlayalım: Çeşitliliğe bu kadar değer veren bir dünyada, farklı olmak hemen hemen imkânsız.

Vladimir Jerić Vlidi

Sayılarla Mülksüzleşme: 2017/10/70/100

Red Thread’e yazılmış görsel bir makaleden alıntılar: İngilizce multimedya versiyon için: networkfailure.net/dispossession-by-numbers-2017.

Banu Cennetoğlu, Erden Kosova

Liste

Liste ile ilk kez 2002 yılında Amsterdam'da karşılaştım. UNITED'ın web sitesinde bulduğum pdf dosyasını indirdikten sonra çok hızlıca bir karar almış halde buldum kendimi.

Marina Gržinić

Ne Özgürlüğü?

Özgürlük küresel kapitalizmde bir sıfatla birlikte geliyor. Katlanarak çoğaltılıyor, hediye olarak veriliyor, çıplak ve yasadışı biçimde; ve o yüzden kapitalizme dair çözümlemelere, kapitalizmin tarihine ve bugününe, emek ile sermaye arasındaki ilişkiye ve kapsadığı egemenlik, vatandaşlık, özne ve insanlık gibi kavramların tarihselliğine nasıl yaklaşmamız gerektiğine dair simgesel bir nokta olarak önümüzde durmaya devam ediyor.

Red Thread Editorial Board

Sayı 4 – Editörün notu

Yoksunlaşma üzerine söz söylemeye çalıştığımız bir sayıyı hazırlarken, aramızdan biri, birimiz tutuklandı. Tabii ki bu durum, duygusal anlamda farklı etkiler bıraktı üzerimizde. Tabii ki geleceği öngörebilmek mümkün değil. Dolayısıyla şimdilik, arayı açmadan tekrar görüşmek üzere, diyoruz.