Mutsuzluğu Tasarımından

“Dökülen gözyaşları yalnızsın diye heba olmaz.” René Char—“Autocorrect dün gece rüyama girdi.” Darcie Wilder—“Kişisel olan gayri şahsidir.” Mark Fisher —Motivasyonel konuşmacı: “Sola kaydır ve hayatına devam et.”—“Kolay sayılırım ama seninle görüşmek için çok meşgulüm” t-shirt’ü—“Neden benimle ortada buluşmuyorsun, biraz aklımı yitiriyor gibiyim. (Why don’t you just meet me in the middle? I am losing my mind just a little.)” Zedd, Maren Morris, Grey—“Ruh kayboldukça form ortaya çıkar.” Charles Bukowski—“Umurumda değil, hoşuma gidiyor. (I don’t care, I love it.)” Icona Pop—“Şangay metrosunda telefonlarına bakanların yüzdesi: %100.” Kevin Kelly—“Yeterince uzun süre yok sayıldığımızda, insanların ölmediklerinden emin olmak için ‘son görülme’ statüsüne bakıyoruz.” Addie Wagenknecht—“Daha demin yazdığım şeyi yazmak istemiyorum ama bir o kadar da silmek istemiyorum.” Kierkegaard—“Hayatımızın amacı mutluluğun peşinden koşmak.” Dalai Lama.

Eğer becerebilirseniz, bir yas tutma uygulaması düşlemeye çalışın. Cep telefonumuz ruhumuza o kadar yakın bir yerde ki artık, ikisini birbirinden ayrı düşünemez duruma geldik. Keşke cep telefonum usul usul ağlayabilse. McLuhan’ın “insanın uzantıları (extensions of man)” da tam bu bitap haldeki kişinin içinde patladı.[1]“Uyurken telefonumun yanımda olması beni rahatlatıyor.” Jean M. Twenge’in araştırmasından alıntı, “Have Smartphones Destroyed a Generation? (Akıllı Telefonlar Bir Kuşağın Sonunu … Continue reading Sosyal medya ve ruhumuz iç içe geçti, gündelik hayatımızı öyle bir “sosyal gerçekliğe” çevirdi ki tıpkı yapay ve sanal gerçeklik gibi dünya ve sakinleri üzerine algımızı ele geçiriyor.  Sosyal gerçeklik elle tutulabilen medya ve kullanıcının ruhsal yapısı arasında kurumsal bir hibrid doğuruyor. Sadece devlet ya da kurumsal platformların çıkarına indirgenemeyecek bir toplumsal tasnif sistemi yaygınlaştı . Online özneler olarak biz de bu durumun parçasıyız ve fazlasıyla müdahiliz. Sosyal gerçeklik peer-to-peer (eşler arası) bir şekilde çalışıyor. Her şey sen ve profil hesabınla alakalı. Kaç tane beğeni aldığın ya da kaç takipçin olduğu toplumsal statünü tanımlıyor. Peki hiçbir şeyin seni motive edemediği, tüm kendini-optimize etme tekniklerinin boşa çıktığı ve dikkatlice bu tür duygusal çözümlemelerden kaçınmaya başladığında ne olacak? Diğerleriyle karşılaştırıldığında sıralaman aşağılarda – ve bu da seni mutsuz yapıyor.

Kaynak: John Holcroft, johnholcroft.com, demilked.com

Ten Arguments For Deleting Your Social Media Accounts Right Now’ın (Sosyal Medya Hesaplarını Hemen Şimdi Silmek İçin On Neden) yazarı Jaron Lanier, “neden bilinen birçok tweet ‘mutsuz’ ile bitiyor?”[2]Alıntılar, Jaron Lanier, Ten Arguments For Deleting Your Social Media Accounts Right Now (Hemen Şimdi Sosyal Medya Hesaplarınızı Silmeniz İçin On Neden), 7. Sav: Social Media is Making You … Continue reading diye soruyor.  Bu kelimeyi gerçek bir bağlantının eksikliğiyle özdeştiriyor. “İnsanlar ilişkilenmek uğruna neden üçüncü bir tarafın manipülasyonunu göze alsınlar?” Lanier’e göre, mutsuzluk “dayatılan anlamsız güzellik ve sosyal statü standartlarına ya da troller karşısında hissedilen savunmasızlığa” bir tepki olarak ortaya çıkıyor. Google ve Facebook olumsuz duyguları nasıl kullanacaklarını çok iyi biliyor. Bu da sistemin yeni bir amaç edinmesine neden oluyor: kendini kötü hissetmenin size özel yollarını bulmak. Herkesi mutsuz etmek için tek bir yol olamayacağından, mutsuzluğunuz size özel tasarlanacaktır. Lanier bazı online tasarımların sosyal medyada kendini tali pozisyonda bırakmasından mutsuz olduğunu fark etmiş. “Yapısal anlamda küçük düşürücü. Bağımlı olmak ve manipüle edilmek beni kötü hissettiriyor… İçimde neden kaynaklandığını anlamadığım garip, tanımadığım bir boşluk vardı. Hiç yoktan ortaya çıkan bir güvensizlik, yeterince iyi olamama hali, reddedilme korkusu.”

Lanier böylece kendi içindeki trolü keşfetti. Bu trol, kendi deyimiyle, dallamalığı abartma teknolojisi tarafından üretilmişti: “Bir topluluğun beni gelişigüzel yargılaması ya da aptal bir algoritmanın üzerimde bu kadar tahakkümü olması gerçekten hoşuma gitmiyor. Bir programın benim diğerlerinden ne kadar az ya da çok arkadaşım olduğunu hesaplamasını sevmiyorum.” Sıralandırılmayı kabul etmiyor ve şu sonuca varıyor: “kendinizi var etmek için sürekli yargılamadan azade bir alan oluşturamamak bizi mutsuz kılıyor.” Buna benzer bir referansı Adam Greenfield’in Radical Technologies’inde (Radikal Teknolojiler) görüyoruz: “geniş bir yelpazedeki çeşitli teknolojilerin duygusal birer  karşılığı olduğunu iddia etmek garip duyuluyor ama nesnelerin internetinin var. Bu karşılık da üzüntü… dalgalarla ve sayfalarla yayılan bir melankoli. Mazeretinin tek dayanağı ise dikkat dağıtma üzerine kurulu, farkındalık yükü altında insanları ezen, kişiler arasında sensörlerle donatılmış ve API ve komut dosyalarından oluşan boşlukta işleyen bir ortam olması.” Bu öyle bir hayat ki “hiçbir işe yaramayan işler, sıkıştırılmış ajandalar, işe gitmek için harcanan uzun saatler ve bitap düşüldüğü için yaşanamayan yakınlıklar, harekete geçememe ya da duygusal olarak anda bulunamama ya da bulunmak istememe hali tarafından ayakta tutuluyor.”[3]Adam Greenfield, Radical Technologies (Radikal Teknolojiler), Verso Books, Londra, 2017 (Miriam Rasch’a referans için teşekkürler).

Tabii ki mutsuzluk sosyal medyadan önce de vardı. Tabii ki akıllı telefonunuzdan uzak olsanız da hala moraliniz bozuk hissedebilirsiniz. Şimdilik mutsuzluğumuzu açıklamaya çalışırken, kapitalist yabancılaşma ve korkunç haletiruhiyemizden Silikon Vadisi’ni suçlamaya varan determinist girdaba hızlıca düşmemeye çalışalım. Teknolojik mutsuzluğun bile bir stili var, her ne kadar soğuk olsa da. Üzüntü, ne kadar kısa olursa olsun, gerçektir. Artık telefonla toplum arasındaki farkı anlayamaz hale geldiğimizde başımıza gelen budur. Eğer özgürce profilimizi değiştiremiyorsak ya da uygulamayı silmek için kendimizde gereken enerjiyi bulamıyorsak, o kadar yoğunluğumuzun arasında yeni güncellemeler var mı diye sık sık aletlerimizi kontrol etmeye mahkumuz. Gerçek zamanlı makinemiz saniyeler içinde bizi olduğumuz durumdan çıkarıp, hızlıca incelememiz gereken mini raporlarla dolu bambaşka bir oyun alanına ışınlar adeta.

Aynı anda her yerde olan sosyal medya, geçen zamana ve parçalanmış hayatlarımıza dair bir iddiada bulunur. Hepimiz kendimizce mutsuzuz.[4]“Üzerine dingin bir köy ilahının cüppesini geçirmiş Tolstoy’un, Anna Karenina’nın başında, yumuşak başlı müsamahalarla, iyiliksever bir şefkatle dolup taşan boşluğun … Continue reading) Artık sessiz sakin geçen bir anımız olmaması sonucunda yorgun, tükenmiş ve enerjisiz hissediyoruz. Beklemek takıntımız olmaya başlıyor. Sevdikleriniz tarafından ne zamandır unutuldunuz? Zaman her uygulamada dikkatlice ölçülerek bunu yüzümüze vuruyor. Chronos canımızı yakıyor. Dikkat çekmek ve hala burada olduğumu hatırlatmak için bir şeyler paylaşmalı mıyım? Beni artık kimse sevmiyor. Gelişigüzel mesajlar birikirken onları durdurmak ya da biraz durup haklarında düşünmek mümkün olmuyor.[5]2001’de yayımlanan Networks Without a Cause (Amaçsız Ağlar) isimli kitabımda, bir nebze Howard Rheingol’un yazılarından da esinlenerek, bilgi yüklemesi psikopatolojisini ele … Continue reading

Delacroix hakkında not düşülmemiş gün hiç olmamış gibidir demiş. Günlük tutmak bu işe yarardı eskiden. Erken blog kültürünün bazı öğeleri günlüğü şekil olarak online platforma taşımak istediyse de günümüzde modası çoktan geçti. Web 2.0 dönemi blog girişlerinin aksine, sosyal medya günlüğün olanları özetleyen mantığını geride bırakıp gerçek zamanlılık rejimine ayak uydurdu.  Instagram Story’leri, mesela, olay örgüsünün sırayla önümüze serilmesine duyulan nostaljiyi geri getirdi- ve sonra siliniyorlar,  intikam alıyormuşçasına ya da geçip gitmiş kadim duyguların hicvi gibi. Onları saklamak acınızı daim kılacak. En iyisi onları unutup, yola devam etmek.

Antropologların metamorfozu anlatışlarıyla, telefon ve hayat arasındaki acımasız gidiş gelişlerimizin kontrastını düşünebiliriz. Kabul törenleri ve ritüeller, gönüllü yalnızlık dönemlerini takiben teşvik edilen ve zaman gerektiren yavaş olaylardır. Sonu gelmeyen şimdide tanımlanan ‘akıllı’ durumun bir direnç testi dışında her şey olabileceğini görüyoruz. Güncellemeler arasında dolanırken, makine zamanına yetişmeye çalışıyoruz – ta ki katılım kaynaklı yorgunluğun ağırlığı altında ezilene dek. Organik yaşam döngüleri kısa-devrelidir ve milyarlarca kişinin özel hayatını sibernetiklerle aynı hıza getirecek kadar hızlanmıştır. Şimdi yavaşlama zamanı, despacito.

Online bağlamda mutsuzluk kısa bir kararsızlık anında ya da bir flaş gibi aniden patlayarak size düşüncelerinizi tartma olasılığı verdiğinde ortaya çıkıyor. Sıkça kullanılan “sad” (mutsuz) etiketi bir araç; sosyal medya adı verilen akışkan pisliğe dalmak için bir çekim merkezi . Mutsuzluk bir kap gibidir. Her durum potansiyel olarak mutsuz olarak tanımlanabilir. Bu hafif acıdan dünyada olmaya dair bir efkâr sarar bizi. Bir şey mutsuzluk veriyorsa, etrafındaki şeyler de grileşir. Makineye güvenirsiniz çünkü üzerinde kontrolünüz olduğunu düşünürsünüz. Bir anda hiçten kahramana dönüşebilirsiniz. Şişirilmiş egonuz içine patladığında özgüvensizliğiniz tekrar ortaya çıkar. Instant gratification (anında duyulan tatmin) döneminde kendimizi kontrol etmek için ödediğimiz bedel pahalıdır. İçimizde dur durak bilmeyen bir zombiye karşı ayaklanmak istiyoruz ama nasıl yapacağımızı bilmiyoruz. Ruh halimizin kuşandığı zırh oldukça ince ve içinden aşınmaya başlamış, davranışsal modifikasyonlara açık. Online dünyadan yorulduğumuzda mutsuzluk başlıyor.[6]Burada exhaustion (çok yorgun olma, bitap düşme hali) kelimesini Gilles Deleuze’ün anlattığı gibi, yorgun olmayla kontrast yaratması adına kullanıyorum.  Yorgunluğun aksine bitap … Continue reading Bir randevu bile ayarlayamadığımız uygulamadan çıkıp, bir bilet alıp, videolara göz attıktan sonra gelen post-dopamin safhası sert vurur. Gerçek dünyanın düpedüz yoğunluğu ve kendine verdiği değer neşesiz hissettirir. Ağa bağlanır bağlanmaz enerjiniz çekilmiş, sosyal olarak beceriksizleşmiş hissedersin. Kaydıran parmak yoruldu, durmamız gerek.

Mutsuzluk algılanan sosyal statümüzün öz-imajı ile gerçekliğin prekaritesi arasında açılan yarığın dışavurumudur. Burada mutsuzluk kod adıyla anılan geçici düşüşü en iyi bizim için bağlantıları kuran kendini-yüceltme makinesinin içinden geçtiği ayna fenomeniyle açıklayabiliriz. Kendimizle sosyal medyayı birleştirdiğimiz bu ruh hali o kadar yaygın ki; mutsuzluğu içine dalıp karar verince de ayrılabileceğimiz bir anti-benlik ifadesi kadar karmaşık algılıyoruz.[7]Social Media as Masochism (Mazoşizm olarak Sosyal Medya) başlıklı blog yazısında, Rob Horning şöyle diyor: “Sosyal medya çoğunlukla güven ‘toplamak’ ve eylemlilik vermek için … Continue reading Mutsuzluk adı verilen anti-climax akıllı telefonlarla birlikte hareket ediyor ve her yerde. Çoğu arkadaşınızın bot olması mutsuzluk olarak adlandırılıyor. Çok arkadaşınızın olmasının muhafazakar bir yorumla karakter eksikliği ve gestalt[8]Byung-Chul Han, bu eserinde Facebook zamanında Carl Schmitt’in dost-düşman ayrımını tartışıyor: Müdigkeitsgesellschaft, Matthes & Seitz, Berlin, 2016, s. 71. olarak görülmesi burada işlemiyor, ne de olsa çoğu makineler tarafından üretilmiş sosyal ilişkiler. Takipçi satın almak normalleştikçe, sosyal statünün online ortamda tırnaklarla kazıyarak elde edilmesi gerekmediğini fark ediyoruz.[9]Adrienne Matei, “Seeing is Believing, What’s so Bad about Buying Followers? (Görmek İnanmaktır, Takipçi Satın Almanın Neresi Bu Kadar Kötü?)” reallifemag.com/seeing-is-believing. Bu … Continue reading

Mutsuzluğu intihar, depresyon ve burnout (tükenmişlik) gibi anomalilerle karıştırmamalıyız. Herkese ve her şeye mutsuz diyebiliriz ama herkes depresyonda değildir.[10]William Styron’ın 1990’da şiddetli depresyon geçirenler hakkında yazdığı Depression, Vintage Minis, 2017 düşünülerek yazıldı. Sıkıntı gibi mutsuzluk tıbbi bir durum değildir (tabii hiçbir zaman olmayacak diye de bir şey yok, her şey dönüşebilir). Ne kadar kısa ve şiddetsiz geçerse geçsin, mutsuzluk, milyarlarca online kullanıcının olağan ruh halidir. Orijinal yoğunluğu gittikçe dağılır. Dışarı sızarak, genel atmosferi ya da kronik bir arka planı oluşturur. Bazen, kısa da olsa, kaybı hissederiz. Kızgınlığımız akıl almaz biçimde artar. Onuncu kez Instagram’da birinin ne dediğine baktıktan sonra sosyallikten doğan acı bizi daha da mutsuz eder, telefonu bırakırız. Hayalet titreşim sendromundan mı mustaribim? Çevrimdışı olsaydık daha iyi olmaz mıydı? Hayat neden bu kadar trajik? Beni blokladı. Gece, threadi tekrar okursunuz. Tekrar bırakmamız mı gerekiyor, bir defada, yoksunluk sendromlarını göze alarak? Başkalarının bizi duygulandırması, heyecanlandırması gerek ama hiçbir şey hissetmiyoruz artık. Kalp donmuş.

Heyecan yavaşça azalınca; uzaklaşmak ve zihinsel mesafe almak için çabalıyoruz. Mark Greif’in “deneyim-olmayan” olarak adlandırdığına özlem duyuyoruz. Duyguların indirgenmesi “anestetik ideolojinin” çok önemli bir parçası. Eğer deneyim, onları “biriktirmek ve anlatmak üzere işlenmemiş oluşlar içinde yarattığımız izole anlar yaratma alışkanlığıysa,”[11]Alıntılar, Mark Greif, Against Everything, s. 225. deneyimleri uyuşturmak “başka bir tür modern yeniliğin uyarıcılarına, tamamen estetik bir çevreye” karşı geliştirilmiş bir bağışıklık sistemi tepkisidir.[12]Ibid. Çoğunlukla ya şimdi ya hiçbir zaman hissiyle gözlerinizi ekrandan ayıramazsınız.  Gloria Estefan’ın yazdığı gibi: “Üzücü gerçek şu ki olasılıklar kapınızı iki kere çalmaz.” Sonra, ayağa kalkarsınız ve davetsiz misafirden uzaklaşırsınız. Bir şeyleri kaçırıyor olduğunuz hissi geri teper, sosyal bataryanız bitmiştir ve telefonunuzu bir kenara koyarsınız. İşte tam bu anda mutsuzluk başlar. Bu durum fazla gelip, ne algıladığınızı fark etmez hale geldiğinizde bir anlığına kendinizi kaparsınız, cevaplamadığınız mesajlarla onu zehirlemeye devam edersiniz. Greif’e göre, “deneyim-olmayana dönüşün karakteristiği olaylarla doluluk halinin eşiğinin alçak olmasıdır.” Bir Facebook event’i ilgilendiğin ama gitmediğindir. Etrafımızdakileri gözlemleriz ancak artık bir muhabbetin parçası değilizdir: “Doğanın yaratıkları, modernitenin tüm zarafeti ile. Üzücü gerçek şu ki hala onların dünyasında yaşamak istiyorsunuz. İçinde olduğunuz dünya sanki sizi sürgün etmek üzere değişmiş gibi.”[13]Ibid., s. 227. Online platformdan çıkarsınız, dinlenmeniz gerekiyor. Sürekli deneyim biriktirme peşinde koşan halinizin tam tersi. Ta ki yüzünüzü çevirip, telefona uzanıp, parmağınızla kaydırdığınız mesajı cevaplayana dek. Uygulamalar olmadan ne yapardım!

Los Angeles’lı teorisyen ve sanatçı Audrey Wollen mutsuzluğu feminist bir strateji olarak ilan etti, siyasal bir direnç unsuru olarak “istediğimiz kadar bedbaht olmak.”[14]Tracy Watson’ın Dazed için Audrey Wollen ile yaptığı röportajdan alıntılar, 23 Kasım 2015, … Continue reading Sad Girl Theory (Mutsuz Kız Teorisi), isimli metninde belirttiği gibi, “güçlendirme adına acımızın bir kenara atılmasına izin veremeyiz. Bir materyal olarak, ağırlığı olan bir şey, hatta bir takoz işlevi görerek o makineyi bozarak durduracak ve örüntülerin değişmesine ön ayak olacak bir şey olarak düşünün.” Wollen için, siyasi protestolar genelde eril terimlerle açıklanır, “dışarıda gerçekleşen ve genelde şiddet içeren, sokak gösterileri, başkaldırı, işgal gibi.” Böyle bir tanımın dışarıda bıraktığı “üzerlerinde tahakküm kuran sistemleri sekteye uğratmak adına mutsuzluklarını ve özyıkımlarını kullanan kızların tarihini” unutmamak gerekir. Feminizmin kız olmanın ne kadar harika ya da eğlenceli olduğunu savunmasına gerek yok. Bitmek bilmeyen güçlendirme vaazları, Lauren Berlant’ın “acımasız optimizm” dediği şey olabilir. Online platformda duygularını paylaşmak narsisizm olmak zorunda değildir. Wollen’ın ısrarcı olduğu üzere: “Kızların mutsuzluğu edilgen, sadece içine dönük ya da yüzeysel değildir; bir özgürleşme jesti, kendi bedenlerimiz, kimliklerimiz ve hayatlarımız üzerinde eylemlilik iddiasında bulunmak için bilgilerimize dayanan, iyi bir ifade biçimidir.

Mutsuzluğa toplumsal cinsiyet perspektifinden baktığımızda ve kadının tepkisi olarak duygulanımı bir bağlama oturttuğumuzda, Wollen’ın mutsuzluğu siyasi bir silaha dönüştürdüğünü görüyoruz. Yine de bir bakımdan, bu silah halihazırda etkisiz hale getirilmiştir. Günümüzde mutsuzluk koda sıkıştırılmış bir tekno-duyguya dönüşmüş durumda. Audrey Wollen sosyal medya eninde sonunda pozitif, ölçülebilir bir sonuç elde etmek için duygularımızı suiistimal eder, diyor ve ekliyor: “Mutsuzluk hazırcevaplığa dönüştü.”

Ne kadar depresyonda olduğuma dair beşlik bir sone yazmak yerine bir tweet atabilirim. Sosyal medyanın nasıl canımıza kast edecek kadar kötü hissettirdiğine dair sık sık konuşuyoruz, peki en son ne zaman arkadaşlarınızla bir araya geldiniz ve ağladınız? Hala mutsuzluğumuzu kucaklayıp sakince takılmak yerine ‘mutluluğun’ ulaşılabilecek bir hedef ya da bir şey olduğunu düşünüyoruz, ‘hak edeceğimiz’ bir şey.[15]Yasi Salek’in Cultist Zine için yaptığı Audrey Wollen röportajı, 19 Haziran 2014, cultistzine.com/2014/06/19/cult-talk-audrey-wollen-on-sad-girltheory.

Mutsuz olduğumuzu anlamak için başka duyguları referans alabiliriz. Değersizlik, boşluk, keyif alamama, sıkıntının gittikçe artmasından duyulan korku, uyuşturucu bağımlılığından kurtulmaya çalışırken kendinden nefret etme hali, kendine güvenini kaybetme halleri, sabahları kalkamama, bıkkınlık ya da yabancılaşma hissinin sarması, endişe içinde boğuluyor gibi hissetmek, kendine zarar verme, panik ataklar ve tekrar kendimizi içinde bulacağımız ümitsizlikten önce gelen derin bunalım. Rusçada toska denen duygunun alanına girebiliriz.[16]Vladimir Nabokov toska’yı şöyle anlatıyor: “genelde nedensiz yaşanan spritüel bir ıstırap çekmek, ruhun yavan ağrısı, özlenen bir şey olmadan duyulan özlem, hasta bir hasretlik … Continue reading Ya da online mutsuzluğu Camus’nün dünyayı yarattıktan sonra tanrının anlık olarak hissettiği kozmik yalnızlık tahayyülünün bir parçası olarak görebiliriz. Keşke hiçbir chat bitmese. Peki cevap verememezlik çöktüğünde üstüne ne yapacaksın? Kalbin kırıldı ve o oturumu kapadın. Kalpsiz likelara, aptal yorumlara, boş mesajlara, duygusal bağ kuramayan e-postalara ve amaçsız selfielere maruz kaldığın bir süre geçirdiğinde kayıtsız ve boşlukta hissedersin. Hafif bir tatminsizlikle biraz daha oyalanırsın. Sakin kalmaya çalışırken aslında sinirlendiğini fark edersin, kendi Facebook anıların mide bulandırıcı gelmeye başlar. Bu yeni gelen mesaj neymiş? Garip. Cevap vermişler mi?

Kaygılar tedavi edilmediğinde size zarar verecek seviyeye gelir. Ancak tükenmişliğin aksine mutsuzluk sürekli bir haletiruhiye olarak kalır. Mutsuzluk, eventler yavaşça sona ererken ortaya çıkar— kendinizi tekrar bu çıkmazda bulursunuz. Sonsuz şimdinin neresinden tutacağınızı bilemezsiniz ve etrafa savrulmuş online özneler olarak izole hissedersiniz. Peki sürekli şimdiki zamanda hapsolunca ruh ne olur? Franco Berardi’nin “geleceğin yavaşça iptali” derken demek istediği bu mu? Aşağı ya da yana kaydırarak, aç hayaletler gibi varoluşsal bir boşluğu doldurmaya çalışıyoruz, sürekli bir işaret arayarak – ve başarısız olarak. Telefon acı verdiğinde, beraber ağlarsınız, bu teknolojik mutsuzluktur. “Sesini özledim. Ara beni, mesaj atma.”[17]captionstatus.com/sad-whatsapp-status.

Mutsuzluğu Tasarımından Oluşlar

Mutsuzluk derinden gelen bir ağrı gibi acıtır. Ancak ampirik anlamda neden olduğunu, hangi koşullarda ortaya çıktığını anlamak gereklidir. Verdiğiniz tepkinin doğal olmadığını, mutsuzluğun arayüzlerin tasarımına ve uygulamaların yapısına entegre olduğunu unutmamak gerekir. Hem kullanıcıları hem de üreticileri etkileyecek biçimde günümüzde mutsuzluk teknik bir mesele haline geldi. Öncelikle online videolara bakalım. Youtube’un en ünlü içerik üreticilerinin tükenmişlik, panik atak ve başka ruh sağlığı problemleriyle boğuştuğunu belgeleyen Julia Alexander: “kullanılan platformun algoritmalarının sürekli olarak değişmesi, bu alanın sürekli genişlemesi ve sosyal medyada yaratılan baskıdan dolayı güncel kalmayı takıntı haline getirmeleri, platformun ve izleyicilerin istediği hızda üretmeye devam etmeyi imkânsız kılıyor,” diyor. “Hayatta tek istediğim buydu. Neden bu kadar mutsuzum?”[18]Julia Alexander, Youtube’s top creators are burning out and breaking down en masse (YouTube’un en ünlü yaratıcıları tükenmişlik yaşıyor ve topluca çöküyor), 1 Haziran 2018, … Continue reading diye bağırırken 19 yaşındaki Youtuber Elle Mills, Britney Spears’ın kameralar karşısında kendini kaybettiği haline benziyor. Hayatı o kadar hızlı değişmiş ki kameralar karşısında çöküyor. Günlük yayın yapan televizyon kanallarının kalabalık set ekipleri, editörleri ve stüdyoları varken, kendi dairelerinden yayın yapan vloggerlar ya kendi kliplerini üretiyorlar ya da çok daha küçük takımlarla çalışıyorlar. Televizyon sunucuları ünlüleri konuk olarak ağırlar ve toplumsal konularla ilgilenirlerken, Youtube ünlüleri hayatlarına dair bizi güncelliyorlar. Geçenlerde birinin bana anlattığına göre millennial kuşağı nasıl hissettiklerini paylaşma konusunda çok daha açık yetişmiş. İş/hayat farkı ortadan kalktıkça, öznellik ana meseleleri haline geliyor. İtiraflar da fikirler de anında dışsallaştırılıyor. Bireyleşme artık günlükte ya da küçük bir arkadaş grubu arasında yaşanmıyor, ortalıkta herkesin göreceği şekilde paylaşılarak yaşanıyor.

Edvard Munch, Çığlık (Scream) (1893), remix. Kaynak bilinmiyor (eser sahibiyseniz ya da bilgiye sahipseniz lütfen Red Thread’le iletişime geçin)

“Kişisel hayatlarını teşhir etmek üzerine kurulu kariyerlere sahip olan video şöhretlerinin işleri ve kişisel hayatları arasında bir denge kurması neredeyse imkânsız,” diyor Alexander.  İsteyerek yapılan bir şey olmaktan çıkıyor vlogları güncel tutmaya çalışmak. Bir gün bile ilgilenmediğinizde, ziyaret sıklığı ve takipçi angajmanını önceleyen algoritmaların sıralamasında pozisyonunuzu kaybediyorsunuz. Buradaki mesele aslında yaşananların önceden programlanarak, kıdemli mühendislerin gözetimi altında çöküşünüzün de kodlara yazılarak, yazılım ayarlarının sizi yormaya programlı olması. “Kimse Youtubeculara sakin olmaları gerektiğini söylemiyor. Aksine, tek bir kişinin başa çıkabileceğinden çok daha fazlası isteniyor onlardan,” diyor Alexander.

Başka bir vaka ise Snapstreak. Yakın arkadaşların isimlerinin yanında ateş emojisi belirdiğinde “sen ve hayatındaki bu özel insan en az iki gün arka arkaya, 24 saat içinde birbirini snapledi” demek oluyor.[19]bustle.com/articles/162803-what-is-a-snapchat-streak-hereseverything-you-need-to-know-about-snapstreaks. Streakler arkadaşlığın ya da birine gösterilen önemin kanıtları olarak görülüyor. Aylarca üzerinde uğraştığınız streakleri kaybetmek bu yüzden kalp kırıcı olabiliyor. Kullanıcılar birkaç gün çevrimdışı olduklarında biriktirdikleri tüm sosyal kapital kayboluyor. Böylece Snap yönetimi gençlerin, yani en geniş Snapchat kullanıcı grubunun, uygulamayı sürekli kullanmasını zorunlu kılıyor ve çevrimdışı bir ara vermelerini çok zorlaştırıyor.[20]Taylor Lorenz, “Gençler Snapchat’in bağımlılık yaratan, arkadaşlıkların devam etmesine ya da bitmesine neden olan, streaks dünyasını açıklıyor,” 14 Nisan 2017, … Continue reading Gençler arasındaki ilişkilerin zaten kaygan bir zeminde olduğunu, sürekli sorgulandığını ve uçlarda yaşandığını göz önüne alırsak; Snap-kaynaklı duyguların gençlerin bedenleriyle senkronize olması sonucu ergenlik daha da şiddetli yaşanıyor.

Mutsuzluğun tasarlandığına dair kanıtlar endişe verici. WhatsApp kullanan milyarlarca kişinin sosyal gerçekliğini ciddiye alalım, bu kişiler taşra yavaşlığı içinde yaşamıyorlar. Her mesajın yanında çıkan gri ve mavi tikler küçük bir detay gibi gözükebilir ancak kitlesel olarak yarattığı endişeyi azımsayamayız.  Görmezden gelinmeyi unutun; arkadaşınızın attığı bir mesajı görmemiş gibi yapmayı da. Bazıları bu fonksiyonunu hep olduğunu düşünüyordu ancak iki gri tik işareti eskiden mesajın gönderildiğini ve iletildiğini belirtiyordu— okunduğunu değil. Yani kullanıcının aklında: “Mesajım iletildi. Uçak modunda okurum.” Bir sitede anlatıldığına göre: “Uçak modu aktifleştirildiğinde, kullanıcı uygulamayı açması ve mesajı okuması, mesaj göndericisinin ekranında mavi tik işaretlerinin belirmesine yol açmaz.”[21]ingeniotechsarl.com/how-to-receive-your-boyfriends-whatsappmessages-online-using-android-phones-without-jailbreak-2018. Mavi tiklerin uykusuz gecelerimde beni rahat bırakmıyor. Ah o mavi tikler.[22]Gruptaki herkes mesajınızı okuduğunda yanında iki mavi tik işareti beliriyor.  Alternatif olarak, mesajın üzerine uzun bastığınızda ‘mesaj bilgilerine’ ulaşabilirsiniz. Bu … Continue reading

Whatsapp, kullanıcılarının endişelerini dindirmek için, karşı tarafın mesajınızı neden daha almamış olabileceğine dair bir liste yayımladı. Hani gerçekten merak ediyorsanız —telefonları kapalı olabilir, uyuyor olabilirler, özellikle de başka bir zaman diliminde yaşıyorlarsa; şebekeye bağlanamıyor olabilirler, ekranlarında mesajları olduğuna dair uyarıyı görmüş ama uygulamaya girip okumamış olabilirler (özellikle iPhone kullanıcıları arasında yaygın olan bir durum); ve en önemlisi sizi engellemiş olabilirler. Geçici bir süre için iletişim kuramayacakları bir durumda olabilirler. Sizse içinize su serpecek bir değişiklik olması umuduyla sürekli uygulamayı açarken buluyorsunuz kendinizi, aksini biliyor olsanız da. Fikir yürütmeye devam ettiğinizden, deliriyor gibi oluyorsunuz “Gerçek dünyada takdir, sevgi, saygı, ilgi görmeye açsınız; bu yüzden sanal dünyada birilerinin size hayran olması, sevmesi, saygı duyması beklentisine giriyorsunuz; gerçekleşmeyecek ya da gerçekleşme olasılığı çok düşük olan bu beklenti yüzünden kaygılanıyorsunuz!”[23]quora.com/Why-do-I-feel-anxiety-while-using-WhatsApp#. İşte bu online çaresizlik, başınıza gelebilecek en kötü triplerden biri: “Birinin mesajınızı okumasına rağmen neden cevap vermediğini tekrar tekrar sorgulamaktansa, size neden cevap vermediğini bilmemek daha baş edilebilir geliyor.”[24]vulcanpost.com/71431/why-im-not-keen-on-whatsapp-blue-ticks.

İki tik sendromunun ne olduğunu bilmeniz hala kıskançlık, endişe ve şüphe uyandırmasını engellemiyor. Bazen cahillik daha iyi olabilir; mesajınızı aldığını ya da gördüğünü kasten bilmemeyi seçerek, ilişkinizi güçlendirebilirsiniz. Sosyal medyanın çıplaklığı bu bilgiye sahip olmayı tercih etmeyen aşıkların arasını açıyor. Bu tercih bilgi çağında ağların bir parçası olmalısın diye dayatan sosyal baskıyla çok da uyuşmuyor. Whatsapp’ın renkli işaretleri yeni başlayan bir ilişkideki ölümcül kusurları ortaya çıkarabilir – gerçi bazıları için de hayat kurtarıcı olabilir. Buna cevaben alınan bir önlem ayarları değiştirip, mavi tik fonksiyonunu kullanmamak, böylece de iletişiminizi muğlak gri tik alanına itmek. Yeni başlayanlar için tasarlanmış adeta. Wi-fi’ın ya da algoritmaların teknik yönleri hakkında hiçbir fikriniz olmayabilir ama iki tik sendromunun ilişkisel özelliklerini kavramak oldukça kolaydır. “Belli ki okudun, neden cevap vermedin?”

Burada tartışacağımız son vaka da Tinder gibi buluşma uygulamalarına odaklanıyor. Bunlar zaman öldürme makineleri olarak tanımlanıyor, bir reality oyunu gibi sıkıntınıza iyi geliyor; ruhunuzu alışverişe çıkardığımız alternatif  bir sosyal e-ticaret de diyebiliriz. Saatlerce sağa sola kaydırdıktan sonra, biri sizden hoşlandığında dopamin barajının kapakları açılıyor. Oyunun amacı egolarınızın tatmin olması. Eğer sağa kaydırdığınızda eşleştiyseniz, ekranınızda mini bir kutlama yaşanır, bazen sadece bunun olması bile yeterlidir. “Tüm seçeneklerimizden anında haberdar olmak istiyoruz ki sonra aslında ne istediğimize karar verelim.”[25]Suzannah Weiss, “Why We Swipe Right And Then Ignore Our Tinder Matches (Neden Sağa Kaydırıyoruz, Sonra da Tinder’da Eşleştiklerimizi Görmezden Geliyoruz),” 10 Mayıs 2016, … Continue reading Bir taraftan da elinizi kolunuz bağlayan bir sosyal endişe basar ilgilendiğiniz biriyle eşleştiğinizde; bir türlü bir mesaj yazamazsınız ya da mesajlarına cevap veremezsiniz zira ‘’ aklıma gelen her açılış cümlesi ya da cevap aptalca ve benim salak olduğumu düşünecek, salağım ve de…’’

Ilya Varlamov, Paris protestoları sırasında selfie. Kaynak: instagram.com/varlamov

Singapurlu Sherlyn OKCupid adı verilen ıssız denizde yaşadıklarını paylaşıyor:

Tam olarak neden bu siteyi kullanmaya karar verdiğimi bilmiyorum. Hem ümidimi yitirmiş hem de umutlu hissediyorum. Birçok kişiyle konuştum, ama kimseyle buluşmadım. Burada yaşadıklarımı gerçek hayata yansıtmak konusunda endişelerim var. Bu endişe nereden geliyor? Reddedilmekten mi korkuyorum yoksa kendimi kaptırmış olmaktan mı?

Başka bir sefer, Sherlyn insani yardım örgütleri için belgesel çektiğini söyleyen biriyle konuşmaya başladığını söylüyor.

Çok ilgimi çekmişti. Önce mailleştik. Sonra academia’daki profilimi yolladım, tek amacım kendimi biraz daha tanıtmaktı. Ona işi hakkında daha spesifik sorular sormaya başladım. Cevabı şu oldu: “Bu konuşma sanki OKCupid’de tanışmamışız da bir iş görüşmesi yapıyormuşuz gibi gelmeye başladı.” Ne demek istediğini anladım ve şöyle cevap verdim: “İşim, siyasetimi, tutkularımı ve sanatsal duruşumu belirliyor. Sanırsam kendimi tanımlamama yardımcı oluyor. Burada tanıştığımız için beklentilerinin farklı olduğunu seziyorum, o yüzden burada bitirelim bu konuşmayı. Teşekkürler.” Bunun üzerine aldığım son mesaj oldukça kısaydı: “Siyasete ayıracak vaktim yok, bir başkasının zamanını harca seni siyasi orospu, kaltak.”[26]Yazara gönderilmiş e-posta, 7 Ağustos 2018.

Melankoli Yok Sana

Anlık mutsuzluğun teknik formunu melankolinin antik haliyle karşılaştıralım. Melankolik kişilik bir hastalıktan mustarip gibidir. Harekete geçemez, dünyadan elini eteğini çeker, ölüm ve benzer yok oluş fenomenlerini tasarlamaya başlar . Bu durumu depresyon ya da sıkılmışlık olarak görenlerin yanı sıra bu tembel pasiflik halini harekete geçmek için ilham gelmesini beklerken kullanılan yaratıcı bir strateji olarak adlandıranlar da vardır. Edebi kaynakların baş döndürücü dünyasına dalmak yerine, filolojiyi bizi çevreleyen ebedi dijital varlık ile kısa devre yaptıracak dijital bir yorumlama öneriyorum.

Henry Fuseli, Kâbus (The Nightmare) (1781), Kaynak: Detroit Institute of Arts / Wikipedia

Örneğin Susan Sontag’ın Walter Benjamin’i derin üzüntüye boğulmuş bir adam olarak tanımlaması, un triste.[27]Susan Sontag, Under the Sign of Saturn (Satürn Burcu Altında), Vintage Books, New York, 1981, s. 111. Benjamin şöyle diyordu: ““Ben Satürn yıldızının altında dünyaya geldim –devrini en geç tamamlayan yıldızın, gecikmeler ve yörünge kaymaları gezegeninin altında…” Bu derin melankoliyi, bir arkadaşımızla çektiğimiz selfie yüzünden aldığımız iğneleyici yorum ve bu yorumun bizi ne kadar rahatsız ettiğiyle karşılaştırın.[28]Ibid. Sontag şöyle yazar: “Melankolik mizacın karakteristik özelliklerinden biridir yavaşlık. Karıştırma hali, yani çok fazla olasılığın farkında olma ve pratik olarak karar verememe … Continue reading Günümüzde “Satürn’ün (yoldan saptıran gezegen) çocukları,” tefekkürü olağanüstü sayan sosyalliğin dayanılmaz hafifliğiyle nasıl başa çıkıyor? Artık un bonheur d’être triste diyemiyoruz. (ç.n. La mélancolie, c’est le bonheur d’être triste, Victor Hugo’dan alıntı) Alman stiliyle özdeşleşmiş klasik bir iç sıkıntısıyla da örtüşmüyor- hani şu her şeyden nefret ediyorum hali.

Kaynak bilinmiyor (eser sahibiyseniz ya da bilgiye sahipseniz lütfen Red Thread’le iletişime geçin)

Melankoli çoğu zaman nedensiz bir mutsuzluk olarak tanımlanır ve güçlü varoluşçu çağrışımları vardır. Melankoliyi tanrısız bir toplumun en güçlü dayanağı olarak tanımlayarak tıbbi stigmasından kopararak özgürleştiren Kierkegaard’ı saygıyla anarak, problemin derine inen dikey bir düzlemdense yatay bir düzlemde olduğunu söyleyebiliriz. Mutsuzluğun demokratikleşmesi bir yüzeyde çok ince bir tabaka halinde yayılmasıyla meydana gelir, homeopatik dozlar teknik olanaklarla düz bir şekilde yayılır. Antik çağlardan beri melankoli ya doğal, insanlık halinde kök salmış bir şekilde, ya da ağır yemekler ve koyu şarapların tüketilmesi sonunda yaşanan kronik bir hastalık gibi ele alınmış. Aristo Problemata XXX.1’de akışkanlığın yapısını, kuruyu ve ıslağı, vücut sıcaklığı ve soğukluğuyla bir arada inceler.[29]Aristo analizi için: Raymond Klibansky, Erwin Panofsky, Fritz Saxl, Saturn and Melancholy (Satürn ve Melankoli), Basic Books, New York, 1964. Kullandığım versiyonu güncellenmiş Almanca … Continue reading Buradaki önerimiz başka bir katman eklemek: teknik mizaç (the technical temperament). Yüzyıllardır melankoliye kasvetli bir haletiruhiye olarak bakıldı. Kasvetin antik çağ tasvirleri sarı ve siyah safranın, kan ve balgamın, belirli oranlarda karışmasıyla ortaya çıktığını söyler. Bu tanıya asık yüzlü uygulamaların ortak rengi o uğursuz maviyi de ekleyebiliriz.[30]Mavi sadece Facebook, Twitter ve IBM’in rengi değil; popüler haber siteleri mavi ışığın uyku yoksunluğu üzerindeki etkisini anlatan hikayelerle dolu. Örneğin: … Continue reading

Eğer sıvılar akışkanlıklarını koruyorsa, sosyoteknik halimizi analiz etmek için en iyi yol olmayabilir. Endüstride dendiği şekliyle günümüz semptomlarını zamanla, ya da dikkat ile, ölçüyoruz. Arkaik melankolik için geçmiş nasıl geçmiyorsa, tekno-mutsuzluk da süregelen şimdide takılı kalmıştır. İleri odaklıyız, ivmeye inanıyoruz ve kaybolan nesnelerin yasını tutmuyoruz. İlk tanım işte orada, elimizde. Her şey apaçık ortada, gözünüzün önünde. Melankoli üzerine yazılmış zengin tarihsel kaynaklar karşısında şimdiki halimiz hızlıca kontrast oluşturuyor. Geçmişte melankoli başkalarıyla ayrışma, daha az temas halinde olma ve kendine dönme ile tanımlanırken, günümüzde tristesse sosyal (medya) etkileşimleri arasında kendini gösteriyor. Sherry Turkle’ın dediği gibi, birlikte, bir kalabalığın parçası olarak, yalnızız ve bu yalnızlık sanki özellikle acımasız, hummalı ve yorucu.

Bugün gördüğümüz şey melankolinin zaman üstü yönünün sistemler tarafından sürekli altüst edilmesi.[31]Melankoliye erişimi olmamak, hayal kurma açısında ne anlama gelir? Eğer Julia Kristeva’nın dediği gibi “sembolik anlamda sevgiden bahsetmeyen bir yazı, açıkça ya da gizlice melankolik … Continue reading Düşünmeye ya da Weltschmerz’e zaman yok. Sosyal gerçeklik geriye çekilmemize, ara vermemize izin vermiyor.[32]Bu anlamda mutsuzluk sosyal medya sektörünün beklenmeyen bir yan etkisi. Wolf Lepenies’e göre, hem ütopik toplumların tarihsel tasvirleri hem de yirminci yüzyıl avangardı bir burjuva … Continue reading En derin yalnızlık anlarında bile etrafımız (online olarak) sarılmış durumda, konuşmaya devam ediyorlar ve dikkatimizi çekmeye çalışıyorlar. Ama bu dikkat dağıtıcı öğeler bizi sadece dünyadan uzaklaştırmıyor – bu eski olsa da hala baskın olan, akıllı telefonların ölümcül çekiciliğini açıklamak için kurulan çerçevenin dayattığı bir görüş. Ama hayır, dikkatimizi dağıtması bizi uzaklaştırmıyor, sosyalliğin daha da içine çekiyor. Sosyal gerçeklik ait olduğumuz sihirli alem. Burada kabileler toplanıyor; tam da olmamız gerektiği yerde- dünyanın en tepesindeyiz. Gerçek hayatta sosyal ilişkiler üstünlüklerini kaybetti. Eskiden gerçek/asıl hayat olarak adlandırılan köy mentalitesine geri dönüş fikri ürkütücü.

So Sad Today

Her ne kadar Franz Kafka’nın Felice Bauer’a çaresizliğini ifade etmeye çalıştığı mektuplardan farklı bir biçim alsa da sosyal medya kaynaklı endişe kendine edebi ifade alanı yarattı. Ruh sağlığını kamusal olarak icra etmek günümüz dikkat ekonomisinde geçerli bir strateji. Hazin yaşamını eğlendirici bir şekilde paketleyip sunacak herhangi biri bunu paraya ya da şöhrete çevirebilir. Mesela ABD’li yazar Melissa Broder NewYork’tan Los Angeles’a taşındığı 2012 yılında So Sad Today (Bugün Çok Üzgünüm) isimli Twitter hesabını açtı.  “Twitterature” (Twitter ve literature, yani edebiyat, kelimesinden üretilmiş bir kelime) alanındaki başarısı şairliğinden ve önceki edebi faaliyetlerinden besleniyordu.  Broder çok az kişinin vakıf olabildiği şekilde aforizmalar yazabiliyor; böylece de duyguları ve endişeleri hap gibi tweetlere sığdırabiliyor.

Jaako Pallasvuo, instagram.com/avocado_ibuprofen

Broder duygusal bir şekilde düşük özgüven, botoks ve bağımlılık hakkında yazıyor.  Dönemin apati, üzüntü ve işlevsizlik konularında bir uzman. Bir öğleden sonra cheesecake için kompülsif hissedebiliyor, gerçek kimliğini online bir teşhirci olarak önümüze seriyor, kamusal alanda yalnız hissedip, gevezelik yapıp, ağlamaya başlıyor. Sonra dikkatini toplayamamaktan bahsedip, her şeyden nefret ediyor ve “hayatın içine etmek istiyor”. İnternet obsesyonu kendine duyduğu obsesyon. Hasta kocasına bakmak ve Santa Monica sosyetesiyle buluşmaları arasında bulduğu zamanda hep doldurulacak “doyumsuz spritüal boşluklar” buluyor. Olayları büyüttükçe, bittiklerinde daha da mutsuz oluyoruz. Oradan ayrılır ayrılmaz, ondan sonraki deneyimin kafasını yaşamak istiyoruz. Moda dergisi Elle Broder için “Twitter’ın kaygı, güvensizlik, cinsel obsesyon ve varoluş korkusu kraliçesi”[33]Whitney Joiner, “Why is Melissa Broder So Sad Today? (Melissa Broder Neden Bu Kadar Üzgün?),” Elle Online, 14 Mart 2016. diyor. Başkaları ise onu “birinci tekil şahıs endüstriyel kompleksinde”[34]Laura Bennett’in Slate Magazine’e verdiği röportaj, Elle Online’da alıntılanmış, 14 Mart 2016. çalışan herhangi bir işçi olarak yaftalıyor.  Ben ona ideal Internetgesamtsubjekt derdim.

Melissa Broder’ın 2018 yılında yayımlanan The Pisces (Balık Burcu) isimli romanında Venice Plajı’nda yürürken bir anda intihar ettiğini düşünen ana karakter Lucy korkar ve şöyle der: “Telefonumu elime aldım ve beni eve götürmesi için bir araba çağırmak için bazı butonlara bastım. Artık insanlar böyle yapıyor. Duygulardan telefona kaydık. Böylelikle yirmi birinci yüzyılda hayatta kalıyoruz.” Telefon ve hayat ayrıştırılamaz hale geldiğinde, biz de gerçeklikle  sanal, gerçekle kurgu, veri ile şiir arasındaki farkı kavrayamamaya başlarız. Broder’ın dünyasında bunların hepsi yaşanan toplu hezeyanın bir parçası, bizi aşağı doğru çeken merhametsiz bir girdap adeta. “Aşkta aradığım şey, bilincimin yarattığı rahatsızlıktan biraz olsun kurtulmak.” Tüm kurgusal aşk hikayelerini, özgüvensizlik perdesinin arkasından bakarak özetliyor. So Sad Today adı altında topladığı denemelerinde, bir tweet ya da kısa mesaj uzunluğundaki hikayelerini “: bir aşk hikayesi” diyerek bitirdiğini görüyoruz. “Bana oral seks yaparken uyuyakaldığım için özür dilerim: bir aşk hikayesi.” “Facebook sayfanda beş saat harcadım bugün: bir aşk hikayesi.” “O kadar üzücü ki artık seni düşünerek mastürbasyon bile yapmıyorum: bir aşk hikayesi.”  “İnternetten çıkmak veya başkalarının ihtiyaçlarını düşünmek istemiyorum: bir aşk hikayesi.”  “Çıplak fotoğraflarımı gönderdiğimde, ne kadar mükemmel olduklarına dair bir tez yazmanı bekliyorum: bir aşk hikayesi.” “Hayatımızın sonuna dek kafamın içinde yaşayacağız: bir aşk hikayesi.” “Klitoriste diş kullanılmaz, teşekkürler: bir aşk hikayesi.” ‘’Çok mesaj atıyorsam, lütfen uyar: bir aşk hikayesi.’’[35]Tüm alıntılar için “Help Me Not Be a Human Being (İnsan Olmamam İçin Yardım Edin),” Melissa Broder, So Sad Today (Bugün Çok Üzgünüm), Scribe, Londra, 2016, s. 29–36.

So Sad Today’in başka bir bölümünde çok da uydurma olmayan bir aşk hikayesine tanık oluyoruz: Her şey şöyle başladı:

Bana aptal mesajlar yolluyor, bir yandan da yazılarımı övüyordu. Bir keresinde en sevdiğim şekerlerden bir resim yapıp yollamıştı. (..) [Uygulama üzerinden] Beni dürtüyor, internette paylaştığım her şeyi beğeniyordu. Bir öğleden sonra bir sexting (cinsel içerikli mesajlaşma) oyunu oynamaya başladık. Bunlar altı sayfayı dolduracak uzunlukta iç gıcıklayıcı mesajlar: “O: İnlemeni sikimde hissetmek istiyorum. Ben: Karnımı, amımı ve baldırlarımı beni yalvartana dek okşamanı istiyorum.”

Bir sene sonra Manhattan’da bir otelde buluşuna dek sextinge devam ettiler. Birkaç kez buluşup, akla gelebilecek her şekilde seviştiler, sonra sextinge geri döndüler. Ama yaşananlardan sonra eskisi gibi olamadı ve düşündükçe kötüleşiyor, mutsuzluğa sürüklüyordu. Normal bir ilişki içinde olamayacaklarına karar verdiler ve ayrıldılar. “tek eşliliğe bir şans vermeye karar verdim. Bu aramızdaki cinselliğin de mesajların da sonu demek. bunu yazarken gerçekten çok üzgünüm. Çok iyiydik. güzel aşk. belki başka bir hayatta?)” [sic] Aylarca kahrolduktan sonra, hikayesini yazmaya başlıyor. “En çok özlediğim şey kendi dünyamdan uzaklaşıp, onunla seks fantezileri kurmaktı.

(..) Ona, senin için gerçek miydim, diye sormak istiyorum. (..)” Seninle büyülü bir şey yaşadık. Peki bu sihir gerçek miydi? : “Online flört gerçekten üzücü. Tek başına tatile çıkmak ya da düğüne gitmek de üzücü. Evlilik de üzücü ama kısa bir süre de olsa aşk, tutku, delicisine birinden hoşlanmak üzgün değilmişim gibi hissettirdi.”

Tweetleri kadın hassasiyetlerinden sosyal kaygılara uzanıyor: modern yaşamdan nefret ediyor (“bugün uyanmış olmak tam bir hayal kırıklığıydı”, “hayatta kalmak zorunda olmak allahın cezası bir baskı”), kendinden nefret ediyor (“ben kendimi sikmezdim”), kendine zarar verici hareketlerde bulunuyor (“pozitif bir duygu sonsuza dek sizi mahvedebilir”, “kendime iyi gelecek şeyler yapmak istemiyorum”), hiçbir zaman hayatı olduğundan daha iyi göstermeye çalışmıyor (“nemlendirici sürmüyorum, yeterince su içmiyorum ve kendimi sevmiyorum”), talepkâr (“hakkettiğimizi düşündüğümüz sike hiçbir zaman sahip olamıyoruz”, “beynin bilimsel açıklamasına ihtiyacım yok, nasıl iyi hissedebileceğimi söyleyin”). So Sad Today geniş ölçüde hissedilen duygusuzluğu kaydediyor (“hayatta mıyım karar veremiyorum”, “tercih ettiğim uyuşturucu düşük özgüven”), bir anda değişen şeylere bağımlı (“10 dakikada 8 kişiye aşık oldum”), önlenemez şeyler yaşıyor (“burcum: ona mesaj atmamalısın ama atacaksın”), boş hissediyor (“5 dakikadır uyanığım ve şimdiden çok fazla geldi”) ve diğerlerini yargılıyor (“pozitifliğiniz yalanmış gibi geliyor”), intihara meyilli (“tüm kanımı bağışlamak istiyorum”), insan ilişkilerini radikalize ediyor (“sadece arkadaş olmak kabus gibi”), kısa süren ilişkilerini özetlemekte çok iyi (“seni sevmek bir hastalık gibiydi”), ve takipçilerine bitmeyen hipermodern ikilemler sunmakta üstüne yok (“yemek mi yesem, uyusam mı ya da mastürbasyon mu yapsam: bir müzikal”).[36]Melissa Broder’in @sosadtoday Twitter hesabından seçilmiş tweet’ler, Mayıs– Temmuz 2018.

Broder’ın üzüntüsü sentetik aşkı insanlaştıran bir edebi etkiye mi sahip sadece? Broder’ın polyamorous (çokaşklı) ilişki statüsü ne ümitsiz ne de özgürleştirici. Birden fazla cinsel ilişkisini anlatırken dürüstlüğü Michel Houellebecq’i andırıyor. Broder’ın üzüntüsü sentetik aşkı insanlaştıran bir edebi etki mi sadece? Broder’ın kendine biçtiği persona New York’ta işini ve evini kaybetmekte olan déclassé (mevkiini kaybetmiş) bir sekreterin trajik hikayesini anlatan Amos Kollek’in 1997 yapımı filmi Sue’daki femme fatale ile karşılaştırılabilir.[37]Referans için Katharina Teichgräber’e teşekkür ederim. Filmde tıbbi bir metafor olarak kullanılan seks bağımlılığı burada ekonomik bir düşüş olarak kendini gösteriyor. Yirmi sene sonra Melissa Broder’in eserlerinde mağduriyetten ya da yoksulluktan emare bulmak mümkün değil. Polyamorous hayat tarzı preker kondisyonunun halihazırda bir parçası. Bu soğuk umutsuzluk hali, empati kurmak yerine, toplumun sürekli endişeli olduğu büyük resmi görmeye davet ediyor. Hatta, Broder, Slavoj Žižek’in umutsuz olma cesaretinin vücut bulmuş hali gibi: “tünelin sonundaki ışığın muhtemelen karşıdan bize yaklaşmakta olan başka bir trenin farı olduğunu kabullenin.”[38]Slavoj Žižek, The Courage of Hopelessness (Umutsuz Olma Cesareti), Penguin, Londra, 2017, s. xi. Şöyle yazar: “Umutsuzluğumuzu tamamen kabullenmek için gücümüzü toplamalıyız.”

İletişim Kaybının Yasını Tutmak

Paul B. Preciado’nun deyimiyle mutsuzluk tasarımının amacı “beyhude bir tatmin üretmektir.”[39]Paul B. Preciado, Testojunkie, Feminist Press, New York, 2013, s. 304. İnternet kaynaklı üzüntümüz hakkında bir fikrimiz olmalı mı? Bu konuyu online olan milyarlarca kişiyi küçük görmeden, fast-food karşılaştırmalara yenik düşmeden ya da takipçilere özgürleştirilmesi ya da göz kulak olunması gereken kırılgan bireyler olarak tepeden bakmadan nasıl tartışabiliriz?[40]Cümlenin çevirisi, Hans Demeyer, “Uitgeput op drift, Over Mark Fisher,” De Witte Raaf 193, (Mayıs-Haziran 2018). s. 5. İtalyan dizayn teorisyeni Silvio Lorusso’nun şu yazdıklarına katılıyorum:

Eğer tasarım, sadece online ve klavye başında sarf edilen duygusal emeğin sakladığı bir bureaucreativity (bürokrasi ve yaratıcılık kelimelerinin [bureaucracy/creativity] birleşmesiyle üretilmiş) dışa vurumuysa, iş yapmayı bedensel ve bilişsel reddediş bu tarz işlerin zorunlu kıldığı olumlu tutumu ya da hevesi reddetmekle birlikte düşünülmelidir.  Bu nedenlerden, mutsuzluk çağrım aslında duygusal bir karşı-kültür yaratma çağrısıdır, kendimizi yapay bir şekilde motive ederek içinde bulunduğumuz materyal durumun üzerini örtmeye çalışanlara karşı kolektif bir reaksiyon çağrısıdır. Sahtekâr yoldaşlarım, gülümsemeyi bırakın ve birleşin.[41]http://networkcultures.org/entreprecariat/the-designer-without-qualities/.

Batı melankolisinin üstesinden gelme çağrısı yapmadan önce onu iyice anlamaya çalışmalı ve mekanizmalarını yapı söküme uğratmalıyız. Tasarım bağlamında amacımız “bir problemi doğuran nedenlere bakmak yerine şu an içinde bulunduğumuz durumun sonuçlarına odaklanırken tasarımcının içinden geçtiği sürecin”[42]“Western Melancholy/ How to Imagine Different Futures in the Real World (Batı Melankolisi/ Nasıl Gerçek Dünyada Farklı Gelecekler Tahayyül Edilir),” … Continue reading altını çizmektir.

Budapeşte Gülümseme Kulübü (Budapest Smile Club) (1937), Het Leven, eser sahibi bilinmiyor, vintag.es

Mutsuzluğun üstesinden mutluluk ile gelmiyoruz, daha çok Andrew Culp’ın da ısrarla belirttiği gibi bu dünyaya karşı duyduğumuz nefret ile başarıyoruz bunu. Mutsuzluk durağan “gelişim” sürecinin bir yalan olduğunu anladığımız durumlarda karşımıza çıkar. Acı çekiyoruz, bize bir kaçış sunacak bir abzürdizm formu yok. Dadaizmin yirmi birinci yüzyıl versiyonuna toplumun ulaşımı engellenmiş durumda. Sürrealizmin olmaması acıtıyor. Toplumsal fantezilerimiz neye benzerdi? Hukuki olarak creative commons ve kooperatiflerin ötesinde tahayyüllerimiz var mı? Sanki pürüzsüzlüğe hapsolmuşuz da izlenimler ve bildirimlerle kirlenmiş bir yüzeyi sıyırıyoruz. Kolektif tahayyül beklemede. Daha da kötüsü bu banallik o kadar kusursuz ki tehlikelerini ya da çarpıtmalarını açık etmiyor. Sonuç olarak da biz bastırılmış hissediyoruz. Efsane olasılığı teknolojik olarak imkânsız mı kılındı? İçimizdeki döküntüyü yaratıcı şekillerde dışsallaştırmak yerine acayipliklere olan ihtiyacımızı insana benzeyen robotlara yansıtıyoruz. Dijital ne yeni ne de eski ama, Culp’un tanımını kullanacak olursak, bu pürüzsüz işleyen hizmetler artık çalışmaz olduğunda etrafımız dehşet verici bir hal alacak. Bireysel domainlerimiz bu kadar kısıtlıyken, sosyal medya adı verilen bir kolektifin trajik dışavurumu ile olumlu bir şekilde kendimizi özdeşleştiremeyiz. Ne mistisizme dönebiliriz ne de pozitivizme. İletişimin naifliği kayboldu— bu yüzden ağlıyoruz.[43]George Didi-Huberman’ın 1 Eylül 2016 tarihinde Liberation’a verdiği röportaj için: Tears are a Manifestation of Political Power (Gözyaşları Siyasi Gücün bir Göstergesidir), … Continue reading

Geert Lovink

İngilizceden çeviri: Deniz İnal



Bu metin Pluto Press tarafından Ocak 2019’da yayınlanan Mutsuzluğu Tasarımında (Sad by Design) kitabının 4. bölümüdür.
Daha fazla bilgi için.
İlk baskı Eurozine, Ocak 2019.



Referanslar

Referanslar
1“Uyurken telefonumun yanımda olması beni rahatlatıyor.” Jean M. Twenge’in araştırmasından alıntı, “Have Smartphones Destroyed a Generation? (Akıllı Telefonlar Bir Kuşağın Sonunu mu Getirdi?” The Atlantic, Eylül 2017, theatlantic.com/magazine/archive/2017/09/has-the-smartphone-destroyed-a-generation/534198. Twenge’in gözlemlerine göre “ortalama ekrana maruz kalma zamanından daha çok ekran üzerinde faaliyetlerde bulunanların mutsuz olması daha muhtemel.” Sosyal becerilerinde de bir azalma görülüyor. “Gençler arkadaşlarıyla yüz yüze daha az zaman geçirdiklerinden, sosyal becerilerini geliştirmek amacıyla daha az fırsata sahipler. Önümüzdeki on yılda, durumuna göre doğru emojiyi seçebilen ama doğru yüz ifadesini takınamayan yetişkinler görme olasılığımız arttı.”
2Alıntılar, Jaron Lanier, Ten Arguments For Deleting Your Social Media Accounts Right Now (Hemen Şimdi Sosyal Medya Hesaplarınızı Silmeniz İçin On Neden), 7. Sav: Social Media is Making You Unhappy (Sosyal Medya Sizi Mutsuz Eder), Vintage, Londra, 2018, s. 81–92.
3Adam Greenfield, Radical Technologies (Radikal Teknolojiler), Verso Books, Londra, 2017 (Miriam Rasch’a referans için teşekkürler).
4“Üzerine dingin bir köy ilahının cüppesini geçirmiş Tolstoy’un, Anna Karenina’nın başında, yumuşak başlı müsamahalarla, iyiliksever bir şefkatle dolup taşan boşluğun üzerinde gezerken yükseklerden bakıp mutlu ailelerin birbirine benzediğini, mutsuz ailelerin hepsinin ise kendine özgü mutsuzlukları olduğunu söylediği ünlü ifadesini herhalde hatırlarsın. Tolstoy’a saygısızlık etmek istemesem de, bunun zıddının doğru olduğunu söylüyorum ben: Mutsuz insanlar, genel olarak, acı çekmenin geleneksel biçimlerine saplanmış durumdadır; hayatlarını mutsuzluğun beş altı klişesinden birinin verimsiz gidişatı çerçevesinde geçirirler.” (The Black Box, Vintage, 1993, s. 94, Franco Berardi’ye teşekkürler). (ç.n. Burada alıntılanan çeviri, Kara Kutu’nun Doğan Kitap’tan basılı Cem Alpan çevirisidir.
52001’de yayımlanan Networks Without a Cause (Amaçsız Ağlar) isimli kitabımda, bir nebze Howard Rheingol’un yazılarından da esinlenerek, bilgi yüklemesi psikopatolojisini ele almıştım.  Tanının hala geçerli olabileceğine ek olarak, mutsuzluk gibi psikolojik durumları 7/24 online olduğumuzda, psike ve telefon arasındaki farkın ortadan kalktığında ve artık büyük ekranlardaki gösterge tablolarından verilen bilgiyi yönetemez hale geldiğimizde anlarız.
6Burada exhaustion (çok yorgun olma, bitap düşme hali) kelimesini Gilles Deleuze’ün anlattığı gibi, yorgun olmayla kontrast yaratması adına kullanıyorum.  Yorgunluğun aksine bitap düştüysek kolayca toparlanamayız. Burada sağaltıcı bir yorgunluk yoktur” (Byung-Chul Han). Teju Cole’un Lagos’taki hayatı betimlemesini ele alalım: “Buradaki hikâye zenginliğiyle yaratıcı refüjlerin azlığı arasında bir bağlantı kopukluğu var. Yazmak zor, okumak ise imkânsız. Gündelik Lagos hayatından o kadar bitap düşüyor ki insan, çoğunluğu aklını yormayacak eğlenceli şeyleri tercih ediliyor. On dakikalık yollar kırk beş dakika sürdüğünde, günün sonunda vücudunuzun üzerinden tır geçmiş gibi oluyor.” (Every Day is for the Thief (Hırsıza Hergün Bayram), Random House, New York, 2014, s. 68).
7Social Media as Masochism (Mazoşizm olarak Sosyal Medya) başlıklı blog yazısında, Rob Horning şöyle diyor: “Sosyal medya çoğunlukla güven ‘toplamak’ ve eylemlilik vermek için harcanan planlı bir çalışma. Süregiden sosyal medya kullanımı hakkında geliştirilen kişisel farkındalık şiddetli bir kendinden kaçma arzusu doğurabilir. Horning’e göre sosyal medya “kendini-inşayı, mazoşist ve kendini olumsuzlaştıran bir süreç haline getiriyor.” “Bir tarafını dalga geçilmesi üzerine ortaya koyduğunda, o dalga geçişin acısı daha derinlerde hissettiğimiz güvensizlikleri ‘gerçek benliğimizden’ ayrıştırır, böylece onu şimdilik koruma altına alır.” thenewinquiry.com/blog/social-media-as-masochism.
8Byung-Chul Han, bu eserinde Facebook zamanında Carl Schmitt’in dost-düşman ayrımını tartışıyor: Müdigkeitsgesellschaft, Matthes & Seitz, Berlin, 2016, s. 71.
9Adrienne Matei, “Seeing is Believing, What’s so Bad about Buying Followers? (Görmek İnanmaktır, Takipçi Satın Almanın Neresi Bu Kadar Kötü?)” reallifemag.com/seeing-is-believing. Bu denemede Instagram imajlarında ve ‘genelde yüzeyselliği kınayan ve stratejik olarak imajları manipüle eden, kusurlarla barışmayı onları saklamaya yeğlemenin değerinin altını çizen’ açıklayıcı yazılardaki otantik olma performansı ele alınıyor. Gözlemlerine göre influencerların otantiklik arzusuyla oldukça alakalı: bir imaj ancak bir tutkuyu anlatabildiği ya da yaratabildiği sürece ‘gerçek’ sayılıyor, her ne kadar dikkatlice ve yanıltmak için tasarlanmış olsa da. Aşağı kaydırırken içinizde yaratacağı duygu çok daha önemli.” Dikkat çekmek için sahte, üzerinde oynanmış, yanlış intiba veren ya da bağlam dışı şeyler kullanmak platformun problemi değil, tam tersine amacı. Matei’nin dediği gibi, sahte imajlar olmasa da sahte izleyiciler var. Bir influencerın anlattığına göre: “İnsanların size kızmasından çok acıdığını görüyorsunuz. Hani barda sadece arkadaşı varmış gibi hissetmek için başkalarının da içkilerini ödeyen insanlar gibi. Üzücü. Takipçi satın almak yükünüzü baya hafifletebilir, ancak sahte para üretimi paradoksunu da içinde barındırır: geçerliliğini azalttığınız bir para birimini arzuluyorsunuzdur.”
10William Styron’ın 1990’da şiddetli depresyon geçirenler hakkında yazdığı Depression, Vintage Minis, 2017 düşünülerek yazıldı.
11Alıntılar, Mark Greif, Against Everything, s. 225.
12Ibid.
13Ibid., s. 227.
14Tracy Watson’ın Dazed için Audrey Wollen ile yaptığı röportajdan alıntılar, 23 Kasım 2015, dazeddigital.com/photography/article/28463/1/girls-are-finding-empowerment-through-internet-sadness. Ayrıca: instagram.com/audreywollen ve tumblr.com/search/audrey_wolle (Miriam Rasch’a teşekkürler).
15Yasi Salek’in Cultist Zine için yaptığı Audrey Wollen röportajı, 19 Haziran 2014, cultistzine.com/2014/06/19/cult-talk-audrey-wollen-on-sad-girltheory.
16Vladimir Nabokov toska’yı şöyle anlatıyor: “genelde nedensiz yaşanan spritüel bir ıstırap çekmek, ruhun yavan ağrısı, özlenen bir şey olmadan duyulan özlem, hasta bir hasretlik hali, muğlak bir huzursuzluk. Bazı özel durumlarda birine duyulan tutku, nostalji ya da aşktan yataklara düşmek halinde kendini gösterebilir. En hafif haliyle, can sıkıntısı ve bıkkınlık halidir.” Daha fazlası için: advokatdyavola.wordpress.com/2012/05/07/an-elegy-for-passion (Ellen Rutten’a referans için teşekkür ederim).
17captionstatus.com/sad-whatsapp-status.
18Julia Alexander, Youtube’s top creators are burning out and breaking down en masse (YouTube’un en ünlü yaratıcıları tükenmişlik yaşıyor ve topluca çöküyor), 1 Haziran 2018, .polygon.com/2018/6/burnoutmental-health-awareness-youtube-elle-mills-el-rubius-bobby-burnspewdiepie.
19bustle.com/articles/162803-what-is-a-snapchat-streak-hereseverything-you-need-to-know-about-snapstreaks.
20Taylor Lorenz, “Gençler Snapchat’in bağımlılık yaratan, arkadaşlıkların devam etmesine ya da bitmesine neden olan, streaks dünyasını açıklıyor,” 14 Nisan 2017, businessinsider.com/teens-explain-snapchat-streaks-why-theyre-so-addictive-and-importantto-friendships-2017-4.
21ingeniotechsarl.com/how-to-receive-your-boyfriends-whatsappmessages-online-using-android-phones-without-jailbreak-2018.
22Gruptaki herkes mesajınızı okuduğunda yanında iki mavi tik işareti beliriyor.  Alternatif olarak, mesajın üzerine uzun bastığınızda ‘mesaj bilgilerine’ ulaşabilirsiniz. Bu bilgiler detaylı olarak mesajın ne zaman alındığını, okunduğunu ya da dinlendiğini gösteriyor. Kullanıcılar “son görüldü” ibareleriyle sol üst köşede en son ne zaman bu uygulamayı kullanarak iletişime geçildiğini görebilir ancak mavi tik işaretleri daha direkt olarak bu bilgiyi verir. Uygulamanın bu özelliğini kullanmamayı seçebilirsiniz ama WhatsApp sizi diğer kullanıcıların en son ne zaman çevirimiçi olduğu bilgisine ulaşmanızı engelleyerek ‘cezalandırır’. Burada kuralları belirleyen bir kontratın gücü var. Bu bir karşılıklı (aldım-verdim) ilişkisi olmaktansa, karşılıklı zorundalık ilişkisi; hem uygulamaya hem de iletişim içerisinde olduklarımıza karşı.
23quora.com/Why-do-I-feel-anxiety-while-using-WhatsApp#.
24vulcanpost.com/71431/why-im-not-keen-on-whatsapp-blue-ticks.
25Suzannah Weiss, “Why We Swipe Right And Then Ignore Our Tinder Matches (Neden Sağa Kaydırıyoruz, Sonra da Tinder’da Eşleştiklerimizi Görmezden Geliyoruz),” 10 Mayıs 2016, bustle.com/articles/157940-why-we-swiperight-and-then-ignore-our-tinder-matches.
26Yazara gönderilmiş e-posta, 7 Ağustos 2018.
27Susan Sontag, Under the Sign of Saturn (Satürn Burcu Altında), Vintage Books, New York, 1981, s. 111.
28Ibid. Sontag şöyle yazar: “Melankolik mizacın karakteristik özelliklerinden biridir yavaşlık. Karıştırma hali, yani çok fazla olasılığın farkında olma ve pratik olarak karar verememe hali.”
29Aristo analizi için: Raymond Klibansky, Erwin Panofsky, Fritz Saxl, Saturn and Melancholy (Satürn ve Melankoli), Basic Books, New York, 1964. Kullandığım versiyonu güncellenmiş Almanca çevirisi olan, Saturn und Melancholie, Suhrkamp, Frankfurt am Main, 1990, s. 76–92.
30Mavi sadece Facebook, Twitter ve IBM’in rengi değil; popüler haber siteleri mavi ışığın uyku yoksunluğu üzerindeki etkisini anlatan hikayelerle dolu. Örneğin: health.harvard.edu/staying-healthy/blue-light-has-a-dark-side.
31Melankoliye erişimi olmamak, hayal kurma açısında ne anlama gelir? Eğer Julia Kristeva’nın dediği gibi “sembolik anlamda sevgiden bahsetmeyen bir yazı, açıkça ya da gizlice melankolik olmayan tahayyül yoksa.” Bknz: Julia Kristeva, “On the Melancholic Imaginary (Melankolik Tahayyül Üzerine),” New Formation no. 2, (Sonbahar 1987). Marc Fisher’ın kendini özdeşleştirebildiği bir melankoli mevcuttur, tutkunun peşini bırakmak yerine ona yenik düşmez. Şu anda gerçeklik olarak adlandırılan şeye uyum sağlamayı reddeder- bu reddin faturası kendi çağınızda sürgünde gibi hissetmenize yol açsa da…” (Ghosts of my Life (Yaşamımın Hayaletleri), Zero Books, Winchester, 2014, s. 24).
32Bu anlamda mutsuzluk sosyal medya sektörünün beklenmeyen bir yan etkisi. Wolf Lepenies’e göre, hem ütopik toplumların tarihsel tasvirleri hem de yirminci yüzyıl avangardı bir burjuva hastalığı olarak ortaya çıkan eyleme geçme endişesinin üstesinden gelmeye söz verdi. Gerçek bir devrimci melankolik değildi. Hatta bazı durumlarda melankoli yasaklanmıştı da. (Melancholie und Gesellschaft, Suhrkamp, Frankfurt am Main, 1998, p. 40).
33Whitney Joiner, “Why is Melissa Broder So Sad Today? (Melissa Broder Neden Bu Kadar Üzgün?),” Elle Online, 14 Mart 2016.
34Laura Bennett’in Slate Magazine’e verdiği röportaj, Elle Online’da alıntılanmış, 14 Mart 2016.
35Tüm alıntılar için “Help Me Not Be a Human Being (İnsan Olmamam İçin Yardım Edin),” Melissa Broder, So Sad Today (Bugün Çok Üzgünüm), Scribe, Londra, 2016, s. 29–36.
36Melissa Broder’in @sosadtoday Twitter hesabından seçilmiş tweet’ler, Mayıs– Temmuz 2018.
37Referans için Katharina Teichgräber’e teşekkür ederim.
38Slavoj Žižek, The Courage of Hopelessness (Umutsuz Olma Cesareti), Penguin, Londra, 2017, s. xi. Şöyle yazar: “Umutsuzluğumuzu tamamen kabullenmek için gücümüzü toplamalıyız.”
39Paul B. Preciado, Testojunkie, Feminist Press, New York, 2013, s. 304.
40Cümlenin çevirisi, Hans Demeyer, “Uitgeput op drift, Over Mark Fisher,” De Witte Raaf 193, (Mayıs-Haziran 2018). s. 5.
41http://networkcultures.org/entreprecariat/the-designer-without-qualities/.
42“Western Melancholy/ How to Imagine Different Futures in the Real World (Batı Melankolisi/ Nasıl Gerçek Dünyada Farklı Gelecekler Tahayyül Edilir),” interakcije.net/en/2018/08/27/western-melancholy-how-toimagine-different-futures-in-the-real-world/#rf3-2509.
43George Didi-Huberman’ın 1 Eylül 2016 tarihinde Liberation’a verdiği röportaj için: Tears are a Manifestation of Political Power (Gözyaşları Siyasi Gücün bir Göstergesidir), liberation.fr/notes/debats/2016/09/01/georges-didi-huberman-les-larmes-sont-unemanifestation-de-la-puissance-politique (Referans için Marie Lechne’e teşekkür ederim).
En son makaleler
Zeyno Pekünlü, Ahmet Ersoy

Red Thread Sayı 5: Ahmet Ersoy ile mülâkat

Red Thread 5. Sayı söyleşilerinin bu bölümünde sayıya “Yenikapı’da Temaşa ve Algıların Fethi” başlıklı metniyle katkıda bulunan Ahmet Ersoy, çağdaş dünyada pandemi süreciyle yoğunlaşan toplumsal tecrit, yabancılaşma ve vasıfsızlaşmanın etkilerini inceliyor.

Zeyno Pekünlü, Jelena Vesić, Vladimir Jerić Vlidi

Red Thread Sayı 5: Jelena Vesić ve Vladimir Jerić Vlidi ile mülâkat

Red Thread 5. Sayı söyleşilerinin ilkinde sayının editörleri Jelena Vesić ve Vladimir Jerić Vlidi ile kapsamlı bir konuşmayı sunuyoruz. Sanatçı ve Red Thread yayın kurulu üyesi Zeyno Pekünlü tarafından yürütülen röportaj mevcut küresel medya düzenini, belirli jeopolitik konumları kapsıyor ve Red Thread 5. Sayı için seçilen metinlerle bağlantılar kuruyor.⁠ Düzenleyen Mert Sarısu.

Raja Shehadeh, Meltem Ahıska, Saygun Gökarıksel

Hukuk ve Hafıza: Yürümek, Sumud ve Filistin’in İşgaline Direnmenin Başka Yolları

Meltem Ahıska ve Saygun Gökarıksel'in Raja Shehadeh ile Mülakatı, 19 Ocak 2019.

Jonas Staal

Propaganda (Sanatı) Mücadelesi

İktidarın icra edilmesinin her farklı biçimi, gerçekliği kendi çıkarlarına göre inşa etmeyi amaçlar. Güncelin arenasını şekillendirmekte olan çakışan iddialar buradan doğar. Bu çok çeşitli propagandalar ve yaratmayı amaçladıkları gerçeklikler hangi görsel formlara bürünür? Propaganda (sanatı) mücadelesi, ne tür sanatsal morfolojilere ve kültürel anlatılara yol açar?

Jelena Vesić

Sansürlenmemiş Sansürcüler: “Kendine Mal Etme”nin Bugünkü Biçimi

Bu yazı, alternatif sağın kendi teknik ve teknolojilerini sergi gibi geleneksel medyaya taşıma çabalarını, 2016 yılında Sırbistan’da, Sırp İlerleme Partisi’nin (SNS) dönemin başbakanlık şimdininse başkanlık basın servisi tarafından düzenlenmiş gezici bir sergi olan Sansürlenmemiş Yalanlar çerçevesinde inceliyor.

Nükhet Sirman, Feyza Akınerdem

Hakikat Arayıcılarından Gücün Ustalarına: Hakikat sonrası Dünyada Televizyonda Yayınlanan Hikâyeler

Bu makalede, Türk televizyon dizilerinden Meryem’in bugünün siyasi dinamikleri üzerine düşünmenin bir yolu olarak okunması gerektiğini savunuyoruz. Bu okuma, dizinin makulleştirdiği ve arzulanır kıldığı karakter biçimlerine, bu karakterlerin içinde bulundukları mücadeleye ve bu mücadelenin onlara açtığı özne konumlarına dayanmaktadır.

Hazal Özvarış

Otoriterleşen AKP İktidarında Türkiye Medyasının Dönüşümü

Okuyucu ve gazetecilerin geleneksel medyadan sosyal medyaya kayışlarını ve buradaki sosyal ağ, haber siteleri ve dış basının ön plana çıkışları ile birlikte bunlara eşlik eden yeni iktidar kuşatmalarını analiz edeceğim.

Ana Teixeira Pinto

Paranoid İroninin Psikolojisi

Çevrimiçi forumlarda gelecekte ortaya çıkacak, kinci bir Yapay Zekâ (Artificial Intelligence, AI) figürü olarak tahayyül edilen Roko’nun Basiliski’nden yola çıkan Ana Teixeira Pinto, çevrimiçi etkileşimin tetiklediği ve görünürde paradoksal niteliğe sahip bir dizi görüşü beraberinde getiren psikolojik durumu, tümüyle paranoid ama aynı zamanda ironik biçimde mesafeli ruh halini çözümlemeye girişiyor.

Ahmet Ersoy

Yenikapı’da Temaşa ve Algıların Fethi

Aslında 19. yüzyılın sonlarından beri, Nietzsche’den Walter Benjamin’e kadar birçok düşünür modern Kapitalist dünyanın yarattığı sonsuz hareketlilikle, yoğun dolaşım ve tüketim trafiğiyle görme ve algı şekilleri üzerinde ne denli etkili olduğunu gözlemlemişlerdi.

Vilém Flusser, Miklós Peternák

Arşivlerden: Vilém Flusser – Teknik Devrim Hakkında 1988 Tarihli Röportaj

Birkaç yüzyıldır bildiğimiz üzere, dünyayı anlamak istiyorsak onu kelimelerle tasvir etmek yeterli olmuyor. Dünyayı hesaplamamız da gerekiyor. Böylece bilim sayılara, yani düşüncelerin imajlarına, daha çok başvurmaya başlıyor.

Geert Lovink, Vladimir Jerić Vlidi

Sayı 5: Geert Lovink’le Söyleşi

2019 tarihli kitabın “Sad By Design” (Mutsuzluğu Tasarımından), dünyanın bugün içinde bulunduğu durumun genel anlamı ve özel olarak da medya teknolojilerinin, gerçekliğin belirli bir imgesini ve bizim ona katılım biçimimizi şekillendirmek üzere, nasıl yaratıldığı ve hayata geçirildiği hakkında. Şu anki siyasi manzarayı nasıl görüyorsun?

Red Thread Editorial Board

Sayı 5 – Editörün notu

Şu anda bulunduğumuz noktaya nasıl geldiğimiz hakkında söylenecek çok şey var. İncelenecek birçok gidişat, hesaba katılacak birçok yön değiştirme, olay, güncelleme, tarihi kopuş, düşünecek birçok son gelişme var. 2010’ların kültürünün (özellikle medya) çöküşünü incelemeye başladığımızda, her yer labirentine doğru uzanan ip henüz örülmemişti; ekonomiye, teknolojiye, siyasete, sanat ve eğitime doğru onu geri sarabiliyor, takip edebiliyorduk.